Bursa Ulu Cami ne zaman ve kim tarafından inşa edildi? Bursa Ulu Cami 'yi önemli kılan nedir? Bursa Ulu Cami'nin yapılışına vesile olan olay nedir?
Seyahatnamesine Bursa’dan başlayan Evliya Çelebi’nin tabiriyle: “Evvela cümleden ulu, Cami-i Kebirdir.” diyerek cümleleri kurmadan önce Ulu Cami’yi anlatmak ve öncelemek gerektiğini özellikle vurguladığı, “Böyle Ruhaniyetli cami yoktur”, “Yeryüzünde benzeri yoktur, insanoğlu böyle bir cami yapmaktan ve tarif etmekten aciz kalmaktadır” övgülerini eklediği, “Bursa’nın Ayasofyası” diyerek iç güzelliğine hayranlığını dile getirdiği, Anadolu Türk Mimarisi’nin en görkemli eseri; Bursa Ulu Cami. İnşa edildiği günden itibaren Bursa’nın değişmeyen maddi ve manevi kalbi, Osmanlı’nın manevi makamı en yüksek camisi.
Osmanlı mimarisinde, çok kubbeli cami formunun ilk ve en büyük örneği olan Ulu Cami, Selatin camiler içinde namaz kılma alanı olarak da en büyüğü aynı zamanda. “Süleymaniye, Selimiye, Sultan Ahmet değil miydi?” dediğinizi duyar gibiyim. Dıştan dışa 55 metreye 69 metre, içten içe ise 49.96 metreye 63.36 metredir. Yüzölçümü olarak hesapladığımızda dıştan dışa 3795 metrekare, içten içe ise 3165 metrekaredir. İbadet alanı açısından Bursa Ulu Cami rakipsiz. Somut bir rakam vermek gerekirse; Cuma namazlarında 5000 kişi aynı anda cami içinde namaz kılabilmekte, bir de avlu cemaatini düşündüğünüzde bu rakam 10.000’i rahatlıkla bulmakta. Hakkında "Cami-i Kebir-i bi-nazir" yani "Benzeri Olmayan Büyük Cami" olarak not düşülmesi boşa değildir.
Dün olduğu gibi bugün de bir milletin Dünya’daki yerini belirleyen temel unsurlardan biri de tarihi ve kültürel eserleridir. Şehirlerse; sahip oldukları tarihi ve kültürel varlıklarıyla hafızalarda yer edinir. Bu minvalde Ulu Şehir Bursa denince; üç Ulu’sundan ikisi gelir hemen akla: Ulu Cami ve Uludağ (üçüncüsü hususen de yazdığımız İnkaya-Ulu Çınar)
Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan tam 100 yıl sonra açılan Bursa Ulu Cami, yirmi kubbeli geniş iç mekanıyla, Selçuklulardan beri süregelen Ulu Cami modellemesinin en gelişmiş örneği hatta zirvesidir.
Erken dönem Osmanlı mimarisinin ve sanatının en öne çıkan yapısı olan Ulu Cami birçok yönüyle diğer tarihi camilerden ayrılıyor ama tüm ziyaret edenlerde bıraktığı ortak hissiyat; adım atar atmaz dış dünyadan yalıtan manevi bir atmosferin sizi hemen kaplaması. Buna sebep olan en önemli özellik ise nereye bakarsanız bakın sizlere dünyevi ve uhrevi bir mesaj veren hat yazılarıdır. Ulu Cami'nin içi bir Hüsn-i Hat Sergisi gibi. Duvarlar ve kalın ayaklar, geleneksel hat sanatının en güzel örnekleriyle bezenmiş. Camiye girişte ilk dikkat çeken unsur olan yazı ve levhalar, Abdul Fettah Efendi, Mehmet Nazif Bey, Aziz Efendi, Mehmet Şefik Bey ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin de aralarında bulunduğu birbirinden sanatkar ve meşhur 21 hattatın kaleminden çıkmış.
Duvar ve sütunlarda 45'i levha, 87'si duvar yazısı olmak üzere 132 hat var. Bu hatlarda 3 adet sure, 47 ayet, 3 ayrı tarzda Ayet'el- Kürsi, 14 hadis, 25'in üzerinde tesbihat ve Esma'ül- Hüsna yazıları, Allah (c.c.), Muhammed (sav) ve İslam büyüklerinin isimleri, 2 adet şiir, 3 tane de beyit bulunuyor. Ulu Cami’ye girdiğinizde hat yazılarını takip ederek giderseniz, Dünya ve ahiret saadetiniz için bir hazır güzergah çizildiğine de şahit olursunuz. (Hat yazıları ve manalarıyla ilgili ayrı ayrı yazılarımız ilerleyen dönemlerde karşınızda olacak.)
Yine çok dikkat çeken caminin pencereleri biçim ve ölçü bakımından her yönde farklı olup söveleri mermerdir. Pencere alınlıklarında “nefeslik” denilen küçük açıklıkları bulunmaktadır. Güney duvarındaki alt sıra pencereler, sonradan kapatılmıştır. Duvar kalınlıkları da birbirinden farklıdır. Doğu 2.80 metre, batı 3.10 metre, kuzey 2.40 metre ve kıble duvarı ise 2.20 metre kalınlığındadır.
Somuncu Baba, Hacı Bayram-ı Veli, Emir Sultan Hazretleri, Molla Fenârî, Süleyman Çelebi, Üftade Hazretleri, İsmail Hakkı Bursevî, Niyazi Mısrî ve daha nice Veli ve Alim zatların mânâ iklimini zenginleştirdiği Bursa Ulu Cami; evliyaların ve alimlerin ortak kabulüyle İslami mekanlar arasında Beşinci Makam olarak kabul görmüştür.
1. Mescid-i Haram (Kabe)
2. Mescid-i Nebevî (Medine)
3. Mescid-i Aksâ (Kudüs)
4. Emeviyye Cami (Şam)
5. Ulu Cami (Bursa)
Bunu en iyi şekilde anlamak için sizlere caminin yapılış hikayesini anlatmamız ve açılış gününe gitmemiz yeterli olacaktır. Savaşlardaki atikliği, cesareti ve hızlılığıyla Yıldırım lakabı alan I. Bayezid komutasındaki Osmanlı Ordusu, Niğbolu Kalesi (bugün Bulgaristan sınırlarında) önlerinde Haçlı Ordusu ile karşı karşıya gelir. İstanbul Kuşatmasını bırakarak Niğbolu’ya gelen Osmanlı Ordusu hem yorgundu hem de Haçlı Ordusu’nun sayı olarak yarısı kadardı. Bu koşullar altında Yıldırım Bayezid bir adak da bulunur. Duasında; bu savaş Allah’ın yardımıyla zafer ile sonuçlanırsa, Payitaht-ı Kadim yani Bursa’ya dönüldüğünde 20 cami (mescit) yaptıracağına dair niyazda bulunur. Savaş kazanılır ve Sultan Bayezid elde edilen ganimetle, hem adağını yerine getirmek hem de zaferin şükrünün nişanesi olarak 20 mescit yapılmasını emreder. Fakat dönemin kanaat önderi ve Bursa’nın Manevi Komutanı Emir Sultan Hazretleri (aynı zamanda Yıldırım Bayezid’in damadı) Padişaha bir öneride bulunur. "Artık imparatorluğa giden bir yola girdik. 20 tane ayrı ayrı mescit yaptıracağınıza neden büyük kalabalıkları alacak 20 kubbeli bir Cumalık Camii yaptırmıyorsunuz?" der ve teklifi kabul görür. Kaynaklardaki rivayete göre; caminin nereye yapılacağı konusu araştırılırken, Seyyid olan Emir Sultan Hazretleri "Rüyamda dedemin yani Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bana gösterdiği yere yapacağız." der ve bugünkü Ulu Cami’nin yerini bizzat kendi gösterir.
İnşaası 3 yıl (1396-1399) süren ki bugünkü teknolojik imkanlarla bile böyle büyük bir camiyi 3 yılda bitirmek çok zor; bu da Ulu Cami’ye gösterilen özeni ve manevi motivasyonun ne denli yüksek olduğunun en büyük kanıtı olarak çıkıyor karşımıza. Mimarı; birçok kaynakta senetsiz ve rivayet olarak aktarılarak Ali Neccar olarak geçse de yaptığım araştırmalar karşıma başka bir ismi çıkardı. Bursa denince akla gelen en önemli iki abidevi esere de imza atan aynı isimdi aslında. Yeşil Külliye’nin de mimarı olan Hacı İvaz Paşa.
1399 yılının bir Cuma günü, Payitaht Bursa halkı heyecanla bu ulu mabedde Cuma namazını kılmak için vakti bekliyorlardı. Caminin içi hiç boşluk kalmamacasına doluydu. Devlet Erkanı’nın neredeyse tamamı oradaydı. Başta Sultan Yıldırım Bayezid ve Şehzadeleri, Vezir Çandarlı Ali Paşa namaz için en ön safta bulunuyorlardı.
Osmanlı’nın bir Cihan Devleti olma yolunda atılan adımların nişanesi Ulu Cami’nin beşinci makam oluşunu perçinleyen ise sadece döneminin değil, Anadolu coğrafyasının gördüğü en büyük veli zatları açılış gününde bir araya getirmesiydi. Manevi anlamda sanki Yıldızlar Karması. Bunca gönül erini aynı anda, aynı yerde toplayabilmek anca Beşinci Makam olabilecek bir mabede nasip olsa gerek. Kimler yok ki; hepimizin Somuncu Baba olarak bildiği Şeyh Hamid-i Veli, onun müridi Ankara’nın büyük evliyası Hacı Bayram-i Veli, Bursa’nın Manevi Komutanı Seyyid Emir Sultan Hazretleri, Osmanlı’nın ilk Şeyhülislamı Molla Fenari, Mevlid-i Şerif’in müellifi aynı zamanda Ulu Cami’nin ilk imamı Süleyman Çelebi ve daha niceleri (Mutasavvuflar, ilim adamları, tüccarlar, komutanlar ve zanaatkarlar)
Toplumun önde gelenleri ve her kesimden halkın hazır bulunduğu açılış anında, sıra en merak edilen sorunun cevabına gelmişti? Böyle prestijli bir caminin ilk namazını kim kıldıracak, ilk hutbeyi kim okuyacaktı? Gözler herkes tarafından kabul görmüş hem Alim hem Mutasavvuf olan Emir Sultan Hazretlerindeydi. Sultan Bayezid de hutbe okuması için damadı olan bu büyük Veli’yi işaret edecekti. Caminin en orijinal ve en öne çıkan eseri Minber’e (ilerleyen dönemlerde sanat şahaseri Minber ili ilgili özel bir yazımız olacak) doğru ilerlerken birden cemaate doğru döner ve şöyle der: “Aramızda benden daha Alim zatlar vardır. Zamanın Kutbu buradayken bize hitabet düşmez.”. Herkesin "Ekmekçi Koca" ya da "Somuncu Baba" olarak bildiği Şeyh Hamid-i Veli’yi işaret eder.
Okuma-yazması, tahsili olmayan, ümmi bir kimse gibi hareket edip kendini gizlemişti Somuncu Baba. Manevi ve ilmi birikiminin ortaya çıktığı gün, Ulu Cami’nin açıldığı gün olur. Hutbeyi irad etmek üzere kalkar ve Emir Sultan’a dönerek "Ey Şeyh naptın! Bizi fahş ettin.” yani bizi açık ettin der. Minbere çıkar ve cemaate şöyle seslenir: "Aramızda Fatiha üzerine çalışmalar yapan zatlar var. Bu hutbemizde onların bu müşkiliyetini halledelim.” der ve Fatiha Süresini 7 farklı şekilde tefsir eder. Molla Fenari o süreçte Fatiha üzerine çalışma yapmakta ve kafasında cevap bekleyen sorular bulunmaktaydı. Somuncu Baba’nın hutbede verdiği bilgilerle bütün sorularına cevap bulur. Aynu'l-A'yân (Gözümün Gözü) adlı kitabını bu hutbeden edindiği bilgilerle hazırlar. Verdiği hutbe, camideki alim ya da cahil herkesi etkisi altına almış, zahiri ve batıni ilimlere sahip büyük bir veli olduğu herkesçe kabul görmüştü.
Sırrı ortaya çıkan Somuncu Baba; Bursa şehrini terk-i diyar etse de, 622 yıldır Ulu Cami’de namazlar ilk günkü çoşku ve manevi zenginlikle kılınmaya devam ediyor.
Ulu Cami’ye dair daha çok söylenecek söz, yazılacak çok söz var amma şimdilik bununla iktifa edelim ve kapanışımızı; Yavuz ve Kanuni döneminde yaşamış, Bursa’nın zengin sanat ve kültür ortamında, tasavvuf ile edebiyatı buluşturan isim Şehrengiz yazarı Lami Çelebi ile yapalım.
Hususa naf-ı şehr ol Ulucami
Metaf-ı alemin devletlü cami
(Özellikle Ulucami şehrin merkezidir,
Alemler adeta bu kutlu cami etrafında dönmektedir)
Budur var ise cennet dir görenler
Ki çıkmak istemez ana girenler
(Cami’yi görenler ‘cennet budur’ derler
İçine girenler çıkmak istemezler)