Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin başkenti Lefkoşa'da gezilecek yerler nelerdir?
Yavru Vatan - Cennet Ada Kıbrıs; Dünyanın Tek Bölünmüş Başkenti Lefkoşa’da kısa bir gezintiye çıkıyoruz.
Dünyanın görmediği ya da görmek istemediği bu eşsiz topraklara adım atmak, orada olmak, Kıbrıs'ı tanımak, Kıbrıs'ı yaşamak için gelin birlikte cennet adaya uçalım. Yavru Vatanın başkenti Lefkoşa'yı adım adım gezelim.
Sicilya ve Sardunya'dan sonra Akdeniz'in en büyük üçüncü adası olan Kıbrıs; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının ortasında yer alıyor. Bu coğrafi konumu ile geçmişinde bir çok medeniyete ev sahipliği yaptı. Kimi zaman istila gördü, kimi zaman işgal, kimi zamanda parayla zengine dahi satıldı.
Tarih boyunca bir çok uygarlığın hüküm sürmesinin ardından 1960'ta bir devlet kimliğine büründü. Din ayrılığı ve ırkçılığını ana sebepleri ile içinde yaşadığı kaostan, 1983 yılında kendi özgürlüğüne kavuşması ile kurtuldu. 15 Kasım 1983'de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu. Ama bu seferde günümüzün en büyük siyasi krizlerinden birini yaşamaya devam ediyor.
Medeniyetlerin Başkenti Lefkoşa...
Birçok medeniyete, olaya, mekana, insana tanıklık eden Lefkoşa; Lüzinyan kraliyet aileleri, soylu venedik tüccarları ve asil Osmanlı ailelerini de ev sahipliği yapmıştır.
Şimdi gelin Dünya'nın tek bölünmüş başkenti Lefkoşa'nın bu dönemlerini yansıtan güzelliklerini görelim.
Girne Kapısı
Venedik döneminde Lefkoşa'ya giriş çıkışların sağlandığı üç kapıdan biri Girne Kapısı. İlk kullanıldığı dönemde Lefkoşa'ya katkı sağlayan Venedik Askeri Valisi Francesco Barbaro'ya ithafen " Porta Del Proveditore" yani "Vali Kapısı" adını almıştır. Osmanlı-İngiliz sömürge dönemlerinde Girne güzergahı üzerinde yer aldığından dolayı "Girne Kapısı" denmiş ve günümüze de bu isimle gelmiştir.
Eskiden Lefkoşa şehri tamamen surlarla çevriliymiş. Osmanlı döneminden 1879'a kadar geceleri kapıları kapatılır, tehlikelerden bu şekilde korunur ve gerekli olmadıkça ertesi sabaha kadar açılmazmış. 1931 yılında kapının sağ ve sol tarafındaki surların kesilerek trafiğe açılması ile kentin tarihi simgesi haline gelmiştir.
Osmanlı döneminde kapının üzerine kubbeli bir oda eklenmiştir.Kapının güney cephesinde üç ayrı kitabe yer alır. Latince olan kitabede kapının ilk olarak 1562'de inşa edildiği yazmaktadır. Diğer mermer levhada Sultan 2. Mahmut'un tuğrası yer alır. Üçüncü de ise Kuran'ı Kerim'in 61. suresinden "Ya Muhammed inananlara yardım ve yakında bir zafer geleceğini müjdele" ve ayrıca "Her kapıyı açmaya muktedir olan bizim içinde hayırlı bir kapı aç. " yazmaktadır.
{blog@91}
Venedik Sütunu
Venedikliler, adadaki hakimiyetlerinin bir simgesi olarak 1550 yılında Salamis harabelerinden getirdikleri granit sütunu meydana dikerler. O dönemde Carmelite Kilisesi, günümüzdeki Sarayönü Camisi’nin önündeki büyük meydanda yer alır. 6 metre yüksekliğindeki sütunun alt kısımlarında 6 İtalya ailesinin armalarının 5’i günümüze ulaşabilmiştir.
Osmanlı döneminde meydandan kaldırılıp Sarayönü Camisi’nin avlusuna yerleştirilir. 1915 yılında İngilizler döneminde ise şimdiki yerine getirilir. Öncesinde üzerinde "St. Mark Aslanı" bulunurken sonradan sütuna dünyanın hükümdarı sıfatını kendine veren İngilizler bakır bir küre ilave ederler. Gelip geçen medeniyetlerin aksine yıkılmadan ayakta durmaya devam etmektedir.
Lokmacı Sınır Kapısı
Lokmacı barikatı, Kıbrıs’ta Türkler ve Rumlar arasındaki çatışma ve bölünmenin sembolü olarak bilinir. Rumlar’ın Enosis mücadelesinin yani Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama hayalinin Kıbrıs’ta çıkardığı çatışmanın simgesidir.
Her ne kadar günümüzde yaya geçişinin sağlandığı sıradan bir kapı olarak görünsede aslında Kıbrıs önce Lokmacı’da bölündü. O dönemin en önemli alışveriş merkezinden biri olan Lokmacı ve Rum tarafında kalan Alesta Caddesi 1963’te Rumlar’ın hayali yüzünden barikatla ayrıldı. 1973’te ise her iki tarafta güvenlik amacıyla duvar ördü. Böylece Lefkoşa, dünyanın tek içinden sınır hattı geçilen bir başkent olma ünvanını aldı.
2003 yılına kadar sınırlı geçişe izin verilirken 2003’ten itibaren karşılıklı anlaşmalar ile kapılar açılmaya başladı. Lokmacı Sınır Kapısı, 2008 yılında karşılıklı törenle açıldı .Her iki tarafta günlük alışveriş için Lokmacı Sınır Kapısını kullanmaktalar.
Barbarlık Müzesi
21 Aralık 1963 günü itibarıyla Rumlar, Türkler’e karşı adanın dört bir yanında saldırılara başlamışlar ve çok sayıda savunmasız kadın, çocuk, yaşlı, fark etmeksizin insanlarımızı vahşice katletmişlerdir.
Bu acımasız olayların biri de 24 Aralık 1963 gecesi İlhan Sokakta yaşanmış, izleri ise geçmişten günümüze sessiz bir çığlık olarak gelmiştir. Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Doktoru Binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın Evi seçilmişti. O vahşetin yaşandığı gece Dr. Nihat İlhan görevdeydi. Evde eşi Mürüvvet İlhan, çocukları, ev sahibi Yusuf Güdüm, eşi Feride Hasan Güdüm ve bir kaç mahalle sakini bulunmaktaydı.
Vahşet önce dışarıdan evin kurşunlaması ile başladı. Çaresizce banyoya ve tuvalete sığınan ev halkının sessizliğinin üzerine caniler sokak kapısını kırarak eve girdiler. Odalara bakıldıktan sonra banyoyu makinenin tüfekleriyle tarayarak küvete sığınan Mürüvvet İlhan ve 3 küçük çocuğunu orada acımasızca katlederek şehit ettiler.
Banyo odasına sığınan diğer 4 komşu ağır yaralanmıştı, fakat ev sahibesi Feride Güdüm tuvalette sessizce kurtulmayı beklerken açılan ateşler sonunda başından vurularak orada şehit edildi.
İnsanlık dışı bir vahşete sahne olan bu evin müzeye dönüştürülme fikri ilk olarak 1965 yılında ortaya çıkmış ve 1 Ocak 1966’da Türk Cemaat Meclisi Sosyal İşler Dairesi tarafından kiralanarak ziyarete açılmıştır. 1980 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla kamulaştırılmış ve o gece ağır yaralı kurtulan ev sahibinin, evin mutfağı ve 1 odasını ölene kadar kullanmasına izin verilmiştir.
{blog@84}
Büyük Han
Büyük Han, Osmanlı İmparatorluğu’nun adayı fethinden hemen sonra ilk yapılan eser olma özelliğini taşır. 1572 yılında adanın ilk Osmanlı Valisi Beylerbeyi Muzaffer Paşa tarafından yaptırıldığı kabul edilir. Kıbrıs’ın en büyük hanı olarak bilinir ve Bursa’daki Kozahan örnek alınarak yapılmıştır.
İlk dönemlerde Yenihan sonraları Alanyalılar Hanı ve sonunda Büyük Han adları ile kullanılmıştır. Kare planlı, iki katlı bir yapıdır. Han 68 odaya ve ön cephede on dükkana sahiptir. Üstü açık bir avlusu, ortada şadırvanı ve bir de köşk mescidi bulunmaktadır.
Adanın İngiliz sömürgesi döneminde 1878-1895 yılları arasında, merkez hapishanesi olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise Kıbrıs yöresel eşyalarının tanıtıldığı ,el sanatları ürünlerinin satıldığı dükkanlar ve yöresel yemeklerin sunulduğu restorant ile yerli ve yabancı binlerce turiste ev sahipliği yapmaktadır.
Selimiye Camii (St. Sophia Katedrali)
Katedral, Kıbrıs’ın en görkemli ibadethane ve en önemli gotik mimari eseri olarak kabul edilir. 1208 yılında Latin Başpiskoposu Eustorge de Montaigu tarafından yapımına başlanmış ve 1326 yılında kutsandıktan sonra açılmıştır. Lüzinyan krallarının taç giyme törenleri burada gerçekleştirildi.
Birçok kez yağma ve deprem geçirmiş bu yüzden Osmanlı İmparatorluğu’nun Lefkoşa’yı fethettikleri 9 Eylül 1570 yılında katedral kullanılamayacak kadar harap olmuştur. Mihrap, minber ve kürsüsü eklenip Ayasofya adıyla camiye çevrilmiştir. Fetihten sonraki ilk cuma namazı 15 Eylül 1570’te bu camide kalınmıştır. 1572 yılında ise 2. Selim’in emriyle camiye 2 minare eklenmiştir.
Cennet adanın dört bir yanı güzelliklerle dolu. Ne kalemler yeter yazmaya, ne de zaman yeter gezmeye...
Bu yazımızla dolu dolu Lefkoşa turunu tamamlarken geride hayata direnmeye devam eden Girne ve kalesini , Gazimağusa’nın eşsiz kumsalları ve üzerindeki gizemiyle saklı kalan Maraş bölgesini , yeşil ve mavinin tarihle birleştiği yer olan İskele’yi , turunçgil bahçeleriyle süslü Güzelyurt’u görmeden , tanımadan ve Şeftali kebabının tadına bakmadan olmaz.
Bir başka yazımızda bu eşsiz güzellikleri sizlere tanıtmaya devam edeceğiz . Bizimle kalın , hayatı beraber keşfetmeye devam edelim .
{blog@72}