Heimei-Maru Gemisi'nin Hikayesi ve Yarbay Yukichi Tsumara

Heimei-Maru Gemisi |

Heimei-Maru Gemisi’nin hikayesi nedir? Birinci Dünya Savaşı’nda esir düşen Türk askerlerini Heimei-Maru Gemisi ile vatana ulaştırmaya çalışan Yarbay Yukichi Tsumara ve o dönemde yaşananlar...

Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya’da esir edilen Türk askerlerini, Japon gemisi Heimei-Maru ile Anadolu’ya getirmeye çalışan Yarbay Yukichi Tsumara’nın hikayesi bu. Türk esirleri ne olursa olsun Yunan askerlerine teslim etmeyen Japon Yarbay Yukichi Tsumara, Türk askerlerinin gönlünde taht kuran bir kahramandı. Heimei- Maru Gemisi’nin hikayesini, Türk esirlerin Nargin Adası’ndan Sibirya Kampı’na, oradan Asinara Adası’na ve nihayetinde vatan toprağına uzanan zorlu hikayesini sizler için kaleme aldık.

Viladivostok Limanı’ndan Çanakkale’ye, Vatan’a İlk Adım...

1915 Sarıkamış... Donarak şehit olan binlerce vatan evladı. Türk tarihinin en trajedik olaylarından birinin yaşandığı bu harekatta, çok hatırlanmayan ama hakları asla ödenemeyecek olanlar da vardı. Kafkas cephesinde Rusya’ya tarafından esir olarak götürülen Türk askerleri...

Türk askerleri Tiflis, Magosa, Kahire, İskenderiye ve Myanmar gibi bir çok yere gönderiliyorlardı. Bunların içinde Sibirya ve Nargin Adası en zorlu esir kamplarındandı.

Kaynak: http://wikimapia.org/7853025/az/B%C3%B6y%C3%BCk-Zir%C9%99-adas%C4%B1-Nargin#/photo/1084135

Bugün Azerbaycan sınırları içinde yer alan Nargin Adası bir diğer ifadeyle “Cehennem Adası” bir insanın dayanamayacağı koşullara sahipti. Tatlı su yoktu. Etraf yılanlarla doluydu. Bulaşıcı hastalıklar kol geziyordu. Açlığa ve soğuğa dayanabilenleri başka bir aşama bekliyordu. Kolera, lekeli humma ve tifüs gibi hastalıklar.

Haritada Nargin Adası'nın (Böyük Zire) Konumu

Yine de Azeriler ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlardı. Bakü’den denize ekmek atarak, en azından kırıntıların esirlere ulaşabilme ihtimali olduğunu düşünenler bile vardı. Dernekler, tiyatrolar, kermesler düzenleyerek Türk esirlerinin ihtiyaçları için para toplamaya çalışıyorlardı. Ölenlerin islami geleneklere göre belli yerlere gömülmesi için bile uğraşıyorlardı. Ruslar tarafından esir kampı olarak kullanılan adadan çok az kişi kaçabilmeyi başarmıştı. Neredeyse dört ay sonra Anadolu topraklarına ulaşan Vecihi Hürkuş gibi...

Bir de Sibirya. Belki en kötülerinden biriydi. Esir kamplarında yatak, tuvalet yoktu. Barakalarda kapasitenin çok üstünde askerimiz kalmak zorunda kalıyordu. Yerler buzla kaplıydı. Anadolu’nun yumuşak ikliminden sonra -45 dereceye ulaşan soğuk ile başetmek hiç de kolay değildi.

Sibirya Esir Kampı

Birinci Dünya Savaşı bittiğinde Kızılhaç, esirlerin ülkelerine dönmeleri için çalışmalar başlattı. Milletler Cemiyeti için de Sibirya ve diğer bölgelerdeki Türk esirleri gündemdeydi. Bunun için Kızılhaç, Hilal-i Ahmer ile iletişime geçmişti. Bu arada Rus toprakları çok büyük bir karmaşa içindeydi. Zira İtilaf Devletleri, Bolşevik ihtilalini kendileri için ciddi bir tehdit olarak görmüştü. Bu yüzden Rusya’nın bir çok yerine asker çıkarmışlardı.

Fakat Rus toprakları çok geniş bir yüzölçümüne sahipti. İklim şartları da ilerlemeye izin vermiyordu. Bu yüzden ABD ve Japon askeri kuvvetleri devreye girdi. Bu sefer de Bolşevikler ilerlerken, Çar kuvvetleri, savaş esirlerinin Bolşeviklerle işbirliği yapmasından çekindi. Olası bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için esirlerin bir kısmını Vladivostok ve çevredeki diğer kamplara göndermeye başladılar.

Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Vladivostok#/media/File:Zolotoy_bridge,_Golden_Bridge_(22076779162).jpg

Japonya, 5 Nisan 1918’de aslında yazımın konusunu oluşturan Vladivostok’a asker çıkardı ve neredeyse Baykal Gölü’ne kadar ilerledi. Böylece Osmanlı askerlerinin sorumluluğu, Ruslardan Japonlara geçmiş oldu.

Kızılhaç bu arada ülkelere esirlerin, topraklarına dönebilmeleri için başvuruda bulunmaları gerektiği çağrısında bulunmuştu. Osmanlı Devleti de süreci yakından takip ediyordu. Ancak başvurularına cevap ancak 1919 yılında gelmişti.

Japonya, Türk esirlerinin Hint Okyanusu üzerinden Anadolu’ya gönderebileceklerini beyan etmiştir. Elbette bunun hukuki bir masrafı vardır. Japon Kızılhaç’a gönderilmesi için 240 bin lira Osmanlı Bankası hesaplarına yatar. Ancak para uzun bir süre Japon Kızılhaç’a ulaşmaz. Bunda da İngiltere’nin parmağı olduğu sonradan ortaya çıkacaktır. O yoklukta Osmanlı Devleti Türk esirleri geri alabilmek için adeta çırpınmaktadır. Bir miktar daha para yatırılır... Neredeyse bir yıl sonra nihayet beklenen haber gelir.

 

Japon Genelkurmayı, 1921 şubat ayında bir geminin Vladivostok Limanı’na gelerek Türk esirleri alıp topraklarımıza ulaştıracağını haber verir.

Bunun üzerine kampta bayram havası esmeye başlamıştır. Herkes çok mutludur. Neredeyse beş altı yıl boyunca yaşam mücadelesi veren Türk neferleri, vatan toprağına kavuşacaktır. Bunun için hazırlıklara başlanır.

Esirler tek tek aşılanır. Ayrıca bazi ihtiyaçlarını karşılayabilsinler diye her bir askerimize 5 Japon Yeni harçlık dağıtılmıştır.

Türk Askerlerinin Gönlünde Bir Kahraman

Yarbay Yukichi Tsumara 

平明マル

Türk Kızılayı arşivine göre 200 kadar Japon askeri, 1000 Türk askeri, ki içlerinde subaylarla evli kadın ve çocuklarla birlikte İstanbul’a götürülecektir. HeimeiMaru Gemisi limana yanaştığında yıllarca süren esaret bitecektir. Oysa kimsenin bilmediği bir şey vardır. Esaret bu sefer başka topraklarda tekrar başlayacaktır...

Yarbay Yukichi Tsumara’nın komutasındaki Heimei-Maru Gemisi 1921 yılının şubat ayı sonlarında Vladivostak Limanı’ndan İstanbul’a varmak üzere hareket eder. Gemi Süveyş Kanalı’ndan Akdeniz’e doğru devam edecek, hava şartlarının durumuna göre ortalama 45 günde İstanbul’a varacaktır. Zorlu ama mutlu bir yolculuk oluyordu. Bol bol pirinç lapası ve balık yiyorlardı. Vatan topraklarına çok yaklaşmışlardı.

Kaynak: https://www.hurriyet.com.tr/gundem

Neredeyse varmak üzereydiler. Midilli Adası yakınlarından geçiyorlardı. Fakat beklenmeyen bir olay gerçekleşti. 5 Nisan 1921 tarihinde bir Yunan gemisi, Heimei-Maru Gemisi’ni durdurarak Türk esirleri teslim almak istedi.

Geminin kumandanı Yukichi Tsumara Yunan kuvvetlerine Türk askerlerini teslim etmedi. Direndi. Gemi Pire Limanı’na çekildi. Yunanistan gemiye erzak verilmesini bile yasaklamıştı ama yine de açıkta bekleyen geminin komutanı Yukichi Tsumara direnmeye devam ediyordu. Esirlerin Japonya güvencesinde olduğunu söylüyor, Yunanistan karşısında asla boynunu eğmiyordu.

Milletler Cemiyeti araya girdi. Gemideki hasta, yaşlı, kadın ve çocukların ayrı bir gemi ile İstanbul’a gönderilmesine karar verildi. Yunan bayraklı Olympos isimli bir gemi 395 yolcuyu alarak İstanbul’a doğru hareket etti. Bu bir hayvan nakliye gemisiydi. Hayvan dışkılarının arasında yolculuk etmek zorunda kalmışlar ama sonunda vatan toprağına ayak basabilmişlerdi.

Yunanistan’ın en büyük korkusu, gemideki esirlerin Anadolu’ya dönmeleri sonrasında Türk ordusuna katılmalarıydı. Çünkü Anadolu ateş altındaydı. Bu yüzden onların geriye dönmemesi için bütün imkanlarını kullanmışlardı.

Ne yazık ki Heimei-Maru’daki kalan 600 kişi için yeni bir dramatik dönem başlıyordu. Yukichi Tsumara elinden geleni yapsa da Japon Genelkurmayı’nın emriyle görevi sona ermişti. Milletler Cemiyeti esirlerin tarafsız bir bölgeye nakledilmesine karar verdi. Heimei-Maru, Türk esirlerini Pire Limanı’ndan İtalya’nın Asinara Adası’na getirdi. Yarbay çok üzgündü. Geminin kumandanı askerlerimiz adaya inmeden önce bir veda konuşması yaptı, hepsinden özür diledi... Elinden geleni yapmıştı. Kendi iradesi ile bir Türk askerini bile Yunan kuvvetlerine teslim etmemişti. Aslında bir kahramandı.

Ve Asinara Adası...

Haritada Asinara Adası'nın Konumu

Yıllarca Sibirya kamplarında kalan askerlerimiz, İstanbul’a getirilirken Yunan kuvvetlerinin gemiyi durdurması nedeniyle vatan toprağına ulaşamamıştı. Bu yüzden Milletler Cemiyeti devreye girerek askerlerimizi tarafsız bir bölgeye aldırmıştı. Türk askerleri için bir esaret bitmeden yenisi başlıyordu. Kafkas cephesinde kahramanca savaşmışlardı. Fakat ne yazık ki Ruslara esir düşüp, topraklarımızdan yüzlerce kilometre uzağa buzların arasına hapsedilmişlerdi. Bu yetmezmiş gibi tam eve kavuşacakları güne yaklaşmışken, Yunan krizi çıkmıştı. Bu sefer de aylarca denizin ortasında kalmışlar, toprağa ayak basamamışlardı. Tam bitti derken bu sefer de adını hiç duymadıkları Asinara Adası esareti başlıyordu.

Yorgun askerlerimiz, İtalya’nın Asinara Adası’ndaki kampa yerleştirildi. Burası küçük bir adaydı. Sardunya’nın kuzeybatı ucunda bulunan adanın kıyı şeridi uzunluğu yaklaşık 100 kilometreydi. Tüm ada dik kıyı kayalıkları ile çevriliydi. Ve aslında bir karantina adasıydı. Yeşilsiz ada, çok zehirli yılanlarla doluydu.

Buradaki esaret de aşağı yukarı yedi ay sürdü. Daha sonra Osmanlı Devleti’nin, esirlerin Türk ordusuna katılmayacağı teminatı vermesi üzerine, geri gönderilmelerine karar verildi. Mayıs 1922’de Ümit Vapuru gelerek askerlerimizi adadan aldı. Dönüş yolunda Karlo Blender isminde küçük bir yelkenli gemi ile karşılaşmışlardı. Gemidekiler aç olduklarını söyleyince esaretten kurtulan askerlerimiz, kendi ekmeklerini onlarla paylaşmış, dönüş yoluna o şekilde devam etmişlerdi.

Ve Vatan Toprağı Çanakkale...

Ümit Vapuru, yıllarca esretin en ağır bedelini ödemiş olan askerlerimiz ile ilk olarak Çanakkale’ye yanaşmıştı. Sibirya’da başlayan, Heimei-Maru Gemisi ile Pire Limanı’ndan Asinara Adası’na süren eziyetli yolculuk, nihayet vatan toprağına ayak basılmasıyla ilk kez Çanakkale’de son bulacaktı.

 

Limanda şekerlerle karşılandılar. Belediye onlara bolca tütün ve sigara dağıttı. Ertesi gün İstanbul’a hareket ettiler.

Haziran 1922, yolculuğun sonuydu. Çok yorgunlardı. Gerçekten bitkin durumdaydılar. Ama bir çoğu durmadı. Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarmak için mücadeleye devam ettiler...

Yarbay Yukichi Tsumara...

O aslında bir samuraydı. Kendine verilen görevi canı pahasına da olsa yarım bırakmadı. Yunan kuvvetlerinin baskılarına, dayanılmaz sıcak ve açlığa rağmen bir Türk askerini bile teslim etmedi. Onurlu bir asker olarak yaşadı. 1927 yılında hayatını kaybetti. Bugün Hayriye Savaşçıoğlu isimli genç bir yönetmenin çektiği bir belgesel sayesinde daha da tanındı. Beykoz’da Ortaçeşme Mahallesi’nde bulunan bir caddeye “Yarbay Yukichi Tsumara” ismi verildi. Unutulmadı...

İtalyan Alcatrazı olarak da adlandırılan Asinara Adası 1. Dünya Savaşı boyunca savaş esirleri için bir kamp alanıydı. Uzun bir süre de mafya üyelerinin tutulduğu bu hapishane bölgesi 1997’de kapatıldı. Beyaz albino eşekleri ile ünlü ada bugün turistik bir milli park...

Hem cephede hem de cephe gerisinde, esir kamplarında inanılmaz bir mücadele vardı. Türk askerleri her koşulda şartları zorlayarak ayakta kalmaya çalışıyordu. Aynı kamplarda kalan bir Avusturya askeri daha insani şartlarda tutulurken, Türk askeri tuvaleti bile olmayan barakalarda hayatta kalmaya çalışıyordu. Sadece Sibirya değil, dünyanın bir çok köşesinde adını bile duymadığımız yerlerde Türk askerlerinin tutulduğu esir kampları mevcuttu. Esir düştükten sonra savaş kaldığı yerden devam ediyordu. Bu sefer düşman sıcak, soğuk, hastalık, açlık, susuzluk, kötü muamele veya aklınıza ne gelirse...

Türk esirlerinin karşısına Sibirya’da Yarbay Yukichi Tsumara çıkmasaydı, başka bir yarbay çıksaydı, acaba ne olurdu Türk askerlerinin durumu? O da Yukichi Tsumara gibi haksızlığa direnir miydi? Aylarca gemide Türk askerleri ile kalır mıydı? Erzağını onlarla paylaşır mıydı? Bütün dünyaya kafa tutar mıydı? Üstelik hiç bir beklentisi olmadığı halde...

Ya da Nargin Adası’ndaki esirlerimiz için büyük risk alan ve bu yazıda kendisinden bahsedemediğim Dr. Neriman Nerimanof gibi bir efsane olmasaydı...

Yarbay Yukichi Tsumara, Dr. Neriman Nerimanof ve esirlerimiz için canı pahasına yardıma koşmaktan çekinmeyen ve adı tarihe yazılmış diğer  kahramanlar, Kurtuluş Savaşı için mücadele eden, bu uğurda gençliklerini harcayan, canlarını kaybeden, türlü eziyete direnen yüce Türk askerimiz, onların geride bıraktıkları ve ulu önder Mustafa Kemal Atatürk... Onlara en derin saygıyla...

 

Popüler Yazılar

SÖZLEŞME

Bu internet sitesine girilmesi veya mobil uygulamanın kullanılması sitenin ya da sitedeki bilgilerin ve diğer verilerin programların vs. kullanılması sebebiyle, sözleşmenin ihlali, haksız fiil, ya da başkaca sebeplere binaen, doğabilecek doğrudan ya da dolaylı hiçbir zararlardan REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını, tarafımdan internet sitesinde E-Bültene üye olmak için veya başkaca bir sebeple verdiğim kişisel verileri, özellikle de isim, adres, telefon numarası, e-posta adresi, banka bilgisi, yaş ve cinsiyetle ilgili benzeri bilgileri kendi rızam ile paylaştığımı, REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun nin bu bilgileri kullanmasına muvafakat ettiğimi, bu bilgilerin 3.gerçek ve/veya tüzel kişilerin eline geçmesi ve bu şekilde olumsuz yönde kullanılması halinde ve/veya bu bilgilerin başkaca kişiler ile paylaşılması halinde REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını gayri kabili rücu, kabul, beyan ve taahhüt ederim.