Bir Rehberin Gözünden Troya: Troya Bir Attan İbaret Değildir

Bir Rehberin Gözünden Troya: Troya Bir Attan İbaret Değildir

Troya’yı bu kadar önemli kılan, zenginleştiren neydi? Troyalı Helen... Aşk uğruna yaşanan bir savaş, gerçek de öyle midir? Troya hakkında bilinmesi gerekenler neler?

Troya Antik Kenti, günümüze kadar arkeoloji dünyasının en çok adı duyulan, en çok tartışması yapılan ve dünya üzerinde yer alan arkeolojik yerler içerisinde, en azından ismi bilinen yerlerin başında gelir. Hikayesini bilmeyen yoktur belki. Troya denildiğinde her ne kadar insanların aklına ilk Troya Atı gelse de, tarihiyle ve hikayesiyle Troya Atı’ndan çok daha fazlasıdır aslında.

Günümüze kadar hakkında binlerce metin yazılmış, birçok film çekilmiş olan bir kentin bilinmemesi, hele hele güncel filminin izlenmemiş olması düşünülemez. Bundan dolayı da her film izleyenin, her kitap okuyanın bir fikri vardır Troya ile ilgili.

Acaba bir rehber gözünden Troya nasıldır ya da sıradan bir antik kent nasıl anlatılır?

Bir rehber olarak Troya Antik Kenti sıradan bir antik kenti anlatmaktan çok daha zordur. Çünkü herkes bir şeyler bilir bu kentle ilgili. Bu yüzden beklentilerin fazla olduğu bir kenttir Troya. Biraz sabır, biraz merak ve arkeoloji ile mitolojinin birleşimi aslında bu işin anahtarıdır.

Günümüzden 3200 yıl öncesi yaşanmış bir savaş, 5600 yılı aşkın yaştaki bir kentten geriye kalanları düşündüğünüz zaman, beklentiler oldukça yüksektir. Fakat çeşitli sebepler nedeniyle günümüze kalanlar, tahribat, kurtarma kazıları görüldüğünde bir an hayal kırıklığı yaratır bu tarz antik kentler. Her ne kadar görsellik üst seviye de olmasa da yaşananları düşündüğünüzde, evet işte burasıdır o kent. Tabii ki soru işaretleri ile dolu olan bu kentin öncelikle soru işaretlerini kaldırmalı ve bulunduğu bölgenin önemini anlamalıyız önce.

Çanakkale Boğazı, Ege Denizi ve Marmara Denizi arasında bulunan bir su yolu, tarih boyunca çok önemli olan bir yerdir. Her ne kadar sebepleri farklı gibi görünse de iki Doğu-Batı Savaşı’nın en önemli sebeplerinden biridir. Antik Dünyada bile her zaman adı duyulan, antik metinlerde sürekli yer alan bu doğal oluşum jeopolitik konumuyla bölge tarihinin en kilit noktasıdır. Bir engeldir.

Herkes başka bir film olan 300 Spartalı ve Leonidas’ın hikayesini bilir. Peki o zamanlar Perslerin bu yolculuğu nasıl oldu?

M.Ö. 490 Pers Kralı Xerxes’in Batı Dünyası seferinde bu coğrafya anlatılır. Xerxes, öncelikle Abydos’a gelmiş, çeşitli uğraşlardan sonra gemilerden oluşturduğu köprüyle Sestos’a geçmiş ve Yunanistan’a doğru yoluna devam etmiştir.

Peki bu Abydos ve Sestos da neresidir?

Başta bir anlam ifade etmez ama Abydos’un şuanki Boğaz Komutanlığı, Nara Burnu; Sestos’un da Eceabat’ın kuzeyinde yer alan bir yerleşim olduğunu hatırlayalım. Hemen hayalimizde canlanıverir Xerxes’in 640 parça gemiden oluşan köprüsünü kurduğu yer.

Ya Büyük İskender...

Öncelikle Avrupa tarafına gelmiş. Asya Seferi sırasında bu doğal engel Çanakkale Boğazı’nı geçmek için en güneye doğru yani Eleus’a gelmiş. Ardından Hellespont’u geçtikten sonra ordusunun içerisinde Asya topraklarına ilk ayak basan kişi olmak için gemisinden atlamış. Sigeon Burnu’ndaki Achilleon’da yer alan Achilleus’un tümülüsünü ziyaret ederek, Achilleus’un kalkanını almış. Troya ziyaretinden sonra Perslere karşı ilerlerken bu kalkanı sürekli ordusunun önünde taşımıştır Büyük İskender.

Kendisi ile Achilleus arasında bir bağlantı olduğunu düşünür; çünkü Achilleus’un oğlu Pyrus, Hector’un eşi Andromakhe’yi esir olarak alır. Yıllar sonra onların soyundan gelen Olympia da Büyük İskender’in annesi olur. Dolayısıyla Büyük İskender ,Achilleus’un soyundan geldiğini düşünür.

Diğer bir önemli şahsiyet de Fatih Sultan Mehmet...

Fatih Sultan Mehmet, gittiği her yere İlyada’nın kopyalarını götürür ve Troya Savaşı’nın destansı tarihine hayranlık duyar. Büyük İskender’in tarihini dikkatle takip edip 1462 Midilli Seferi sırasında uğradığı Troya Harabeleri’ni ziyaret eder. Hektor ve Büyük İskender’in bir zamanlar ayak bastığı topraklarda, tarihçisi Kristovulos’un yazdığına göre “Truva’nın intikamını aldım.” der Fatih Sultan Mehmet…

Ve Mustafa Kemal ATATÜRK...

Tüm Dünyanın dilinde olan bir Doğu-Batı Savaşı’nın, özellikle Troya kısmının çok daha ayrıntılı ortaya çıkarılmasını ve bunun için arkeolojik çalışmaların başlatılmasını isteyen Mustafa Kemal Atatürk’ün Troya’ya duyduğu ilgi de dikkat edilmesi gereken bir diğer husustur.

Görüldüğü üzere Troya her dönem büyük bir ilgi görmüş; en azından herkesin adını bildiği bir kenttir.

Bir de acaba biz gerçek Troya’yı mı ziyaret ediyoruz?

Bu da soru işaretlerinin en önemlilerindendir. Tabii ki günümüzün modern arkeolojisi ve buluntularla buranın "gerçek Troya" olduğu biliniyor. Ama biz öncelikle Troya’yı M.Ö. 730’larda Homeros’un yazdığı İlyada’da görüyoruz. Aslında her ne kadar Troya’nın düşüşünden yaklaşık 500 yıl sonrası yazılmış olsa da, İlyada bize kentin konumuyla ilgili bazı ipuçları verir. Mesela; Hellespont, Tenedos, Abydos, İmbros, İda Dağı...

Hepsi Çanakkale, Çanakkale Boğazı, Bozacaada, Gökçeada ve Kaz Dağları’nın eski çağlardaki isimleridir. Dolayısıyla Troya’yı gidip İspanya veya İtalya’da aramanın mantığı yoktur. Bir tane Çanakkale Boğazı, bir tane Gökçeada vardır ve orası da bulunduğumuz coğrafyadadır. Yani Troya Çanakkale’dedir.

Günümüzde var olan Troya ilgisi eskidende vardı. Herkes Troya’yı bulmak için çaba gösteriyordu. Tek fark arkeoloji biliminin yeni yeni ortaya çıkmasından dolayı kullanılan ilkel yöntemlerdi. İlyada’da yer alan ipuçlarını takip eden ilk kazıcıların Troya’nın tarihsel, kültürel önemiyle çok da fazla ilgilendikleri söylenemez. Bu kadar önemli olan bir kent zengin olmalıydı ve bu kentin çok da büyük bir hazinesi olmalıydı.

1850’lerdeki küçük kazılar ardından, Frank Calvert ile devam edip 1873 tarihinde Heinrich Schliemann’ın 8873 parçalık hazineyi bulmasıyla sonuçlanan bu ilk kazı çalışmaları maalesef kente çok büyük bir zarar verdi. Şu anda hazinenin büyük bir bölümü Moskova Puşkin Müzesi, St. Petersburg Hermitage Müzesi ve 6-7 farklı müzededir.

Peki Troya’yı bu kadar önemli kılan, zenginleştiren neydi?

1. Troya'yı zenginleştiren en önemli faktörlerin başında konumu gelir. Çünkü Çanakkale Boğazı’nı gördüğünüzde gemi trafiğini de fark edersiniz. Yılda 40 bin gemi geçişi deniz ticaretinin en büyük göstergesi ve bu 3500 yıl öncede aynıydı. Tek bir farkla o da rüzgar. Yılın 280-290 günü boğazdaki rüzgar bu ticaretin kilidi olmuştur.

Genellikle Ege’den giriş yapan gemilerin ihtiyaç duyduğu rüzgarı boğaz geçişi öncesi beklemeleri gerekecekti. Bu bekledikleri yer de Troya Limanı’dır. Bekledikleri süre içerisinde vergiler ödenir, ticaret yapılır, doğru akıntıları göstermeleri için de kılavuzlar tutulurdu. Bütün bunlar Troya ekonomisinin temelini oluşturdu. İşte bu yüzden antik kent ziyaretindeyken yürüyüş parkurunda “Troya’ya zenginliği rüzgar getirdi.” yazar.

2. Diğer sebep hepimizin yazılı ve görsel medyada karşılaştığı Kazdağları, yer altı zenginliği olan altın madenleri ve siyanür tartışması. Kazdağları ve Bergama’ya kadar uzanan Madra Dağı hattında onlarca altın madeni ruhsatı verilmiş yer vardır.

Eğer günümüzde bile altın madeni tartışmaları devam ediyorsa, en azından 3000 yıl öncesi bir altın madeni mutlaka vardır. Bulunan hazine içerisindeki altın miktarını ve bu altınların tarihini düşünecek olursanız, Troya’nın da yer altı zenginliği vardır.

3. Çanakkale’den Troya’ya giderken çoğu zaman fark etmeden üzerinden geçtiğimiz köprünün altında, az da olsa akmaya devam eden Simois (Dümrek) ve Skamandros (Karamenderes) nehirleri vardır. Bu akarsuların beraberinde getirdiği alüvyonlar tarımın gelişmesini sağlamıştır.

Yani tarım, Troya’nın zenginleşmesinin en önemli sebeplerindendir. Bütün bunları düşününce tarih boyunca pek çok deprem, işgal, savaş ve yıkım görmüş Troyalılar hiçbir zaman bu coğrafyadan ayrılma gereği duymamışlar ve yeni yurt aramamışlardır.

Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki Troya, rakipleri için her zaman bir hedef olmuştur. Bu kenti ve zenginliğini ele geçirmek için girişilecek mücadele için de bir mazaret gerekecek ve o da Troyalı Helen olacaktır.

Troyalı Helen... Aşk uğruna yaşanan bir savaş... Gerçek de öyle midir?

Ziyaretçilerin pek çoğu, belki belki kolaya kaçmak için ya da en azından Troya ziyareti öncesi temel bir bilgi olsun diye meşhur 2004 yapımı Troya filmini izler. İlyada’yı okudunuz mu diye sorulduğunda ise verilen cevap, “Hayır, ama filmi izledim.”

Peki Troya filmini izlemek ile İlyada’yı okumak arasında fark var mıdır ya da filmde gördüklerimizin hepsi İlyada’da var mıdır?

Hayır.

Çünkü İlyada, Hektor’un ölümüyle biter ve film ile kıyaslandığında bu filmin ortasına denk gelir. “İşte böyle oldu yiğit Hektor’un cenaze töreni.” diyerek biter İlyada.

Peki Hektor’un ölümünden sonra ne olmuştur, filmde izlenenler nasıl hikayeye dahil edilmiştir?

Tahmin edilenin aksine İlyada, Troya Savaşı’nın son 51 gününü anlatan ve genellikle Achilleus’u merkez alan bir eserdir. Sadece bu bile hatırlatıldığında ziyaretçilerin yüzündeki ifade, Troya ziyaretinin aslında süprizlerle dolu olduğunu göstermeye yeter.

Filmde izlenen diğer sahneler aslında Küçük İlyada adıyla bilinen kitaba göre uyarlanmıştır. Küçük İlyada, İlyada’da bahsedilen hiçbir konuya değinilmeden, surların önüne bırakılan tahta bir at ve kentin yağmalanması ile başlayan bir eserdir. Bir görüşe göre Küçük İlyada'daki bölümler, “Pers istilası sırasında, küçük kent devletlerinden oluşan Yunanları bir araya getirebilmek için, Troya Savaşı’nda yaptığımız gibi tekrar birlik olursak, Persleri başımızdan atarız.” düşüncesini yayabilmek amacıyla eklenmiş bölümlerdir.

Yani İlyada ile sonradan eklenenler arasında en azından 200 yıllık bir fark vardır. Bu da aslında dikkatlerin kentin tarihine toplanmasına ve ziyaretçiler arasında merak uyandırmaya yetmektedir. Çok uzun bir geçmiş olduğundan dolayı kanıtlara ulaşmak çok zor ve bu yüzden arkeologların buldukları arkeolojik verileri yorumlamalarına da güvenmeliyiz.

Savaş 10 yılın sonunda biter. Günümüz modern arkeolojisi bize savaşın yaşandığı tarihlerin verilmesine de zemin hazırlamıştır.

Örneğin, Odysseia; Troya’nın düşmesi neticesinde, İthaka’ya dönmek için yola çıkan ve 10 yılın sonunda evine, eşi Penelope’ye dönen Odeyseus’un hikayesidir. Odeyseus, İthaka’ya döndüğünde kahinler, "bir güneş tutulması sırasında, onun yokluğunda eşine talip olanları öldüreceğini" söylerler. Bu kahinlerin söylemlerinden yola çıkan bilim adamları, gelişen teknolojinin de yardımıyla tarihi geri sayarak bu tutulmanın M.Ö. 16 Nisan 1178’de olduğunu bulur. Odeyseus’un yolculuğunun da 10 yıl sürdüğünü düşündüğümüzde Troya’nın düşüşünün yaklaşık M.Ö. 1188 civarı olduğu söylenebilir.

Kentin düşmesi sonrası gelen 300 yıllık karanlık bir süreç ve ardından M.Ö. 9. yüzyılda kurulan kent 900 yıllık Yunan hakimiyeti altında kalır. Peki bunun ardından Troya'nın Romalılar tarafından ele geçirilip bütün Yunan izleri silinip tekrar Roma kenti olarak kurulmaya çalışılmasının sebebi nedir?

Bunun için kentin ele geçirilmesinin ardından yaşananlara ve sağ kurtulanların kimliklerine bakmak gerekir.

Kentten sağ kurtulmayı başaran sadece birkaç kişi vardır. Bunlardan biri de Aeneas’tır. Babası Ankhies ve oğlu Askanius ile birlikte öncelikle Kazdağları’na gider. Sonra Antandros (Altınoluk)’a gelir ve gemiyle 22 durak sonrası İtalya Lavinum’a gelir.

Yaklaşık 500 yıllık bir süreç sonrasında da Romus ve Romulus kardeşler dünyaya gelir. Yani Büyük Roma Devleti’nin efsanevi kurucuları. Bu sebeple Romalılar kökenini Troya’ya dayandırır. Hepimizin tarih kitaplarında karşısına çıkan ve her antik kentte adı geçen geçen Romalıların bile aslında Troya kökenli olduğunu öğrenmek, Troya’nın hiç de küçümsenemeyecek ve sadece tahta bir ata indirgenemeyecek bir öneme sahip olduğunu göstermeye yeter.

Tabii Troya zamana ve doğaya yenik düşer. Özellikle Büyük İskender sonrasında merkezini bulunduğu konumdan farklı bir noktaya taşımıştır. Denizle bağlantısı kaybolunca, Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos Monoftalmos tarafından çevredeki diğer kentlerin de taşındığı Antigonai kurulmuştur.

Sonrasında diğer komutan Lysimakhos ile girilen mücadelede ölmüş ve kentin ismi Alexandria Troas’a dönüşmüştür. Bu kısaca Roma Dönemindeki Troya'dır. Oldukça büyük bir yerleşim olan bu kent, ancak gün yüzüne çıkarılmaya başlanmıştır. (Alexandria Troas farklı bir yazımızın konusu olacak.)

Troya kentinin önemini birkaç sayfaya sığdırmak mümkün değildir. Ama beklentilerin çok üzerinde tarih ve görsellik olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Tahta bir attan çok daha fazlasıdır Troya...

Troya kentine geldiğinizde, tarihe ve doğaya doymamak mümkün değil. Athena Tapınağı’na çıkıp bir zamanlar deniz olduğunu bildiğiniz yerlerin, 1915'te Kumkale Savaşları’na da şahitlik ettiğini hatırlamak;

Onun ilerisinde Çanakkale Boğazı ve Çanakkale Muharebeleri’nin simgesi olan ve Troya ziyareti öncesi Büyük İskender’in geldiği Eleuos Antik Kenti üzerinde bulunan Şehitler Abidesi’ni görmek; 

Seddülbahir’de Troya Savaşı sırasında ilk ölen Akhalı savaşçı Protosilaos’un mezarını hatırlamak;

Troya Atı'nı bıraktıktan sonra Tenedos’un arkasına gizlenen Akha Donanması’nı hayal etmek;

Bugünkü Yeniköy yakınlarında Achilleus’un, Patraklos’un ve Ajax’ın mezarlarını görüp iki Doğu-Batı Savaşı’nın aynı coğrafyada yaşanmışlığını ve izlerini bir arada görmek gerçekten paha biçilemez.

Bir de görsellik bekleyen ziyaretçilerin şansı Troya Müzesi ile birlikte iyice arttı. Bu kadar sözel yolla anlatılan tarihi, artık Troya Müzesi ile daha iyi anlıyoruz. Ayrıca 2018’in Troya Yılı ilan edilmesi, Troya’nın gerek ülkemizde, gerek dünya genelinde yapılan tanıtımlarla ve sergilerle bilinirliğinin oldukça artmasına destek olunmuştur.

Troya’yı filmlerden değil; ülkemizin en güzel coğrafyalarından biri olan, tam yerine gelerek görün.

Antik Kentleri ziyaret etmeden önce...

En azından antik kentleri ziyaret etmeden önce önyargılardan uzaklaşmalıyız. Bir zamanlar şu an bizlerin sahip olduğu gibi, çağın elverdiği ölçüde teknolojilerinin, dinlerinin, kültürlerinin, ideallerinin, kutsallarının ve vatan duygularının da olduğunu unutmamalıyız. Bunlar için gereken her fedakarlığa katlanabilecek duygulara sahip bir insan topluluğu olduklarını ve bizim şu an gördüklerimizin de bunların tamamının günümüze kalan kalıntıları olduğunu da hatırlamalıyız.

Çoğu zaman bu saydıklarımız günümüzde sahip olduklarımızla kıyaslayıp dalga geçsek de, "Hadi canım, olur mu öyle şey!" desek de, bir süre sonra bizim şu an yaşamakta olduğumuz zaman diliminin de geçmişte kalacağını ve aynı sözlerin bizim bu değerlerimiz için de gelecekte söylenebileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu bakış açısı ülkemizin barındırdığı tarihi anlamamıza yardım edecektir.

Popüler Yazılar

SÖZLEŞME

Bu internet sitesine girilmesi veya mobil uygulamanın kullanılması sitenin ya da sitedeki bilgilerin ve diğer verilerin programların vs. kullanılması sebebiyle, sözleşmenin ihlali, haksız fiil, ya da başkaca sebeplere binaen, doğabilecek doğrudan ya da dolaylı hiçbir zararlardan REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını, tarafımdan internet sitesinde E-Bültene üye olmak için veya başkaca bir sebeple verdiğim kişisel verileri, özellikle de isim, adres, telefon numarası, e-posta adresi, banka bilgisi, yaş ve cinsiyetle ilgili benzeri bilgileri kendi rızam ile paylaştığımı, REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun nin bu bilgileri kullanmasına muvafakat ettiğimi, bu bilgilerin 3.gerçek ve/veya tüzel kişilerin eline geçmesi ve bu şekilde olumsuz yönde kullanılması halinde ve/veya bu bilgilerin başkaca kişiler ile paylaşılması halinde REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını gayri kabili rücu, kabul, beyan ve taahhüt ederim.