Profesyonel Turist Rehberi Selda Şendikici'nin Kaleminden;
Kommagene Krallığı nerede kuruldu? Kommagene Krallığı kim tarafından kuruldu? Nemrut Dağının ismi nereden gelir, önemi nedir? Nemrut Dağındaki heykeller ne anlama gelir?
Bugün "Tanrıların Tahtı" olarak adlandırılan Nemrut Dağı’ndan ve orada tüm haşmeti ve gizemi ile birlikte yükselen Kommagene Krallığı’na ait görkemli anıtlardan bahsedeceğiz. Eşi görülmemiş devasa boyutlarda heykeller ve 2000 yıldır antik dünyanın gizemlerinde saklı kalan bir krallık ve onların ölümsüzlüğü hedeflemiş kralları I. Antiochos...
Adıyaman il sınırları içerisinde bulunan, 1987 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne girmiş olan Nemrut Dağı, aslında asıl ismi Anka Dağı olan Antik Toros Dağları silsilesinin 2206 metre yüksekliğindeki ‘Nemrut Zirvesi’dir. Nemrut Dağı’nı bu kadar değerli yapan, üzerinde bulunan antik mezar, anıtsal heykeller, mimari kalıntılar ve benzersiz manzarasıdır.
Eski çağlarda dağın yamaçlarında hükümdarlık yapmış olan Kommagene Kralı I. Antiochos, tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek ve ölümsüzleşmek için, Helenistik Dönemin en görkemli kalıntılarını burada bırakmıştır.
Kommagene Krallığı Nerede Kurulmuştu? Coğrafyası Nasıldı?
Günümüzde Kommagene Krallığı’nın çekirdeği olarak Adıyaman’ı, ardından da Gaziantep ve Kahramanmaraş illerini de içine alan bir coğrafyayı kapsadığını söyleyebiliriz. Geçmişte ise, batısında Kilikya yani Alanya’dan başlayıp doğuda İskenderun Körfezi’nde son bulan bölge ile, kuzeyinde Kapadokya, güneyinde Osrohone Krallığı yani Urfa’daki Edessa Krallığı ve yine güneyinde Suriye olan bölgede bulunuyordu.
Stratejik ve doğal kaynakları açısından çok önemli bir coğrafyada yer alan Kommagene Krallığı’nın bulunduğu bölge, Fırat Nehri geçitlerine ve ovalarına hakim bir noktadaydı.
Çünkü, tabiri caizse Ağrı Diyadin’den doğan, babası Murat ve Erzurum Dumludağ’dan doğan annesi Karasu nehirlerinin Elazığ’da doğurduğu Fırat Nehri, eskinin doğu ve batısını birbirinden ayıran doğal bir sınır çizgisiydi. Yani Roma Dönemi’ndeki Mezopotamya ve Anadolu’yu birbirinden ayıran bir sınırdı. Doğusu Mezopotamya, batısı Anadolu’ydu. İşte bu tampon bölgede iki geçit noktası vardı. Bir tanesi Seleukia, yani Fırat Silifkesi ya da diğer ismiyle Zeugma ve diğeri de Samsat’tı. Ve Samsat, gelecekteki Kommagene Krallığı’nın başkenti olacaktı.
Doğal kaynakları olarak inanılmaz Sedir Ormanları karşımıza çıkıyor. Bu Sedir Ormanları’nı daha çok Lübnan’da görürüz. Demek ki o devirde bu coğrafyada da Sedir Ormanları bulunuyordu. Asur gibi büyük uygarlıkların fazlasıyla ilgisini çekmişti. Bunun yanı sıra, madenler ve özellikle demir madeni yönünden de cok zengindi. Asurlular bu zenginliklerinden dolayı ve çok önemli bir geçit noktası olduğu için bu coğrafyayı istememişler miydi?
Bereketi sağlayan hırçın Fırat, az da olsa taşımacılığa da izin veriyordu. Kelle denilen hayvan tulumlarının şişirilmesi ile oluşan sallarla taşımacılık yapılıyordu. Bölge, ayrıca Antik Çağ’da demirin doğduğu yer olarak geçer ve görürüz ki bu, halkın dinsel inancına da yansımıştır. Çünkü birçok yerde Zeus’u elinde demirden yıldırımlar taşırken görürüz.
Kommageneliler Kimlerdi? Kommagene'nin Tarihi ve Kuruluşu Nasıldı?
Kommagene Krallığı’ndan önce bu coğrafyada M.Ö. 2. bin yıllarında Hititler’in hakim olduğunu görüyoruz. M.Ö. 1200’lerde tarihe Deniz Kavimleri Göçü diye geçen göçler sonucunda bu muhteşem imparatorluk yıkılır ve büyük bir kargaşanın sonunda Geç Hitit Beylikleri kurulur. Bunlardan en önemlileri Antep’te kurulan Karkamış Krallığı, Çukurova bölgesinde Que Krallığı, Maraş’ta Gurgum Krallığı ve Adıyaman Merkezli olarak Kummuh Krallığı’nı görüyoruz.
İşte, Kommagene Krallığı’nın bulunduğu bu topraklarda takriben 11.yy’da Kummuh Krallığı’nın hüküm sürmekte olduğunu görüyoruz. M.Ö.886’da bölgeyle ilgili yazılmış kayıtlara sahibiz. Ancak, yine görüyoruz ki, Kummuh Krallığı’nın sonu M.Ö. 700’lerde Asurlular tarafından getiriliyor.
Seleukoslar ve Kommagene
M.Ö. 600′ lü yıllara gelindiğinde, bu toprakların Babil’in eline geçtiğini görüyoruz. Sonrasında ise büyük Pers İmparatorluğu’nun egemenliğine girer. Ta ki, Makedonya’dan yola çıkıp Hindistan’a kadar, neredeyse tüm dünyayı ele geçirecek olan Büyük İskender’e kadar. Büyük İskender, M.Ö. 336 yılından 323 yılına kadar Makedonya Kralı olarak hüküm sürer ve M.Ö. 13 Haziran 323 yılında Babylon'da yani bugünkü Irak’ta ölür.
Ölüm döşeğindeki İskender’e komutanlarının sorduğu, kimi ardıl olarak bırakacağı sorusunu yıllar sonra, ünlü yönetmen Oliver Stone’un Büyük İskender filminde onu canlandıran Colin Farrel yanıtlar. ”En güçlünüzü”, der. “Savaşın,bulun”, demek istemiştir aslında…
Büyük İskender, o zamanlar bilinen dünyanın neredeyse tamamını işgal etmiştir. Sınırları Makedonya'dan Hindistan'a uzanan büyük bir imparatorluk kurar.
Büyük İskender'in M.Ö. 323'te ölümünden sonra generalleri, ailesi ve arkadaşları imparatorluğun kontrolü için savaşırlar. Diadokhlar Savaşı da denen bu savaş, Hellenizm döneminin başlangıcına işaret eder.
İskender’in ölümünden sonra yaklaşık kırk yıl, önde gelen Makedonya generalleri bu büyük mirası kontrol etme iddiasıyla birbirlerine karşı çok şiddetli savaşlar verdiler. Ptolemaioslar Mısır’ı, Seleukoslar Karadeniz hariç tüm Anadolu ve hatta Indus Vadisine, yani Hindistan’a kadar olan bölümü ve Antigonoslar da Makedonya’yı alırlar. Böylece üç büyük Hellenistik krallık kurulur.
Kommagene’nin bulunduğu bölge, Büyük İskender'den sonra yaklaşık 160 yıl Seleukosların egemenliğinde kalır. M.Ö. 163’te politik sarsıntılar yaşayan Seleukos Krallığı’ndan kopmaya çalışan küçük krallıklar, büyük bir bağımsızlık savaşı veriyorlardı.
Seleukos Krallığı’nın satraplarından, yani valilerinden Ptolemaus krallığını ilan ederek, Seleukoslar’dan ayrılır ve Kommagene Krallığı’nı kurar. Samosat'a yani Samsat’ı, bu küçük krallığın başkenti yapar. Ptolomaus’un soyu baba tarafından Oronteslere dayanıyordu, yani Ermeni Krallığı’na. Kommagene, o devrin süper güçleri olan Roma İmparatorluğu ve Pers Krallığı arasında tampon bir devletçikti artık.
Ptolemaus’dan sonra, oğlu Sames tahta çıkar. Sames, Pers ve Helen dünyaları arasında köprü konumuna sahip bir coğrafyada yaşadığını, kutsal Fırat Nehri’ne sahip olduğunu ve ucu bucağı olmayan demir madenleri ile stratejik açıdan muazzam bir konuma sahip olduğunu anlamıştı. Aynı İskender gibi, farklı kökenleri olan halkını birleştirmek için Yunan ve Pers dünyasını birleştirme çabasına girişti.
Başkenti Samsat’ı Fırat Nehri’nın doğu batı arasındaki kapısı haline getirdi. Ardından oğlu Mitridathes Kallinikos tahta çıkar. Dönem küçük krallıkların büyük güçler karşısında yok olduğu bir dönemdir. İşte burada Sames yine dehasını ispat ederek oğlu Mithridathes’i, bir Seleukos Prensesi olan Laodike ile evlendirdi. Bu sayede Kommagene soyunu İskender’e de dayandırmış oldu.
Sames, bu diplomatik hareketiyle hem İskender’in, hem de Seleukosların itibarını elde etmiş oluyordu. Ama krallığın devamı için itibar tek başına yeterli değildi. Bu evlilikten I. Antiochos dünyaya geldi. M.Ö. 69 - M.Ö. 36 yıllarında kendisini Epifane, “Fillo Romana” yani “Roma ve Yunan” dostu olarak tanımlayan I. Antiochos tahta çıkar.
Bu sırada bir süre Ermeni Krallığı’nın egemenliğinde kalan Kommagene, Ermeni Kralı Tigran’ın Roma karşısında hüsrana uğramasının karşısında egemenliğini kazansa da, hala Roma ve Parth kavgası arasında kalmış küçük bir devlettir. Partlara karşı, Romalıların gücünden ustaca yararlanan ve hatta bu yüzden kendisine Fırat’ın ikinci kapısının yani Zeugma’nın hediye edildiği bir kraldır Antiochos.
Roma’ya karşı da kızını Pers prensine gelin vererek iki büyük güç arasında varlığını sürdürmeyi başaracak dehaya sahiptir. Ve onun döneminde krallık en parlak yıllarını yaşar. Keskin zekası sayesinde bu mücadele, dinsel inanç ve siyasi eğilimlerle sürdürülmüştür.
Ta ki Pers damadının tarafını tutmak zorunda kalana kadar...
M.Ö. 38'de Markus Antonius, Part ordusunu yendi ve veliaht prens Pakoros'u öldürdü. Antiokhos kızı ve damadının acısını paylaştı ve onlara yardım etmek istedi. Antiokhos, savaştan kaçarak Kommagene'ye sığınanları himayesini altına aldı ve onları Marcus Antonius'a teslim etmeyi reddetti. Savaş istemeyen Antiokhos esirlere karşılık, 25 bin ton gümüşe eşit olan 1000 talens teklif etti.
Zenginliğiyle ünlü Kommagene'nin tüm altın ve gümüş varlığına göz koyan Markus Antonius, sığınmacılara karşılık olarak Kommagene'nin tüm servetini istedi. Antiochus'un bu teklifi kabul etmesi söz konusu olamazdı. Roma bunun üzerine Kommagene'nin etrafını çevirdi. Ama maden yönünden zengin Kommagene’nin yaptığı çelik kılıçları ve okları hesaba katmamışlardı.
Büyük bir strateji ile Roma ile yapılan bu savaşı Antiochos kazandı. Huzuru korumak için de 1000 talent vermesi gerekirken 300 talent vererek Antonius’la barış imzaladı. Onun dönemi Kommagene Krallığı’nın en güzel dönemiydi. Savaştan iki yıl sonra Antiochos ölecektir ve çok muhtemel Nemrut Dağı tümülüsüne gömülür.
Antiokhos’un kökeni anne tarafından Seleukoslar’a yani İskender’e, baba tarafından Persler’e yani Darius’a dayanır. Antiokhos, adını yaşatmak için, daha hayattayken Nemrut Dağı'nın tepesine anıtsal heykellerle süslü görkemli bir mezar tepesi yaptırır.
Akıl almaz masraflar ve insan emeğiyle yapılan bu kült programı, tanrı olma sevdasına kapılmış bir megalomanın şımarıklığından mı kaynaklanıyordu? Değilse neydi peki? Kendini tanrı olarak tanımlayan ilk kral da değildi. Özellikle de Hellenistik gelenekte bu tanrı krallar, hiç yadırganmayan bir durumdu. Bunun sebebi, halkın kendisine bir kurtarıcı bulma zaaflarından kaynaklanıyor olabilirdi.
Ancak, Antiochos’un diğerlerinden farkı, bu geleneği kendi şahsı etrafında, ülke çapında bir din ve kültür reformuna dönüştürmesiydi. Tanrılaştırdığı şahsıyla, halk arasında baskın bir ilişki kurarak, onları Helenleştirmek, yani Batılılaştırmaktı amacı.
Tanrılarıyla el sıkışır şekilde yaptırdığı kabartmalarda, Tanrılara yakınlığı ile halkına göz dağı vermekteydi. Halkın dili kuşkusuz Yunanca değildi. Ama o, Nemrut Dağı’nda bulunan vasiyetnamesini Helenistik Dönem Yunancası ile yazdırmıştı.
Halkın okuma yazma bilmediğini, elimize halktan yana hiçbir kayıt bulunmamasından anlıyoruz. Yine de kayıtları Yunanca tutturmuş ve rahipler aracılığıyla, dini seranomilerle, ilahilerle ve kurban şenlikleri ile halka aktarılmasını istemişti.
En büyük gayesi, atası olduğunu iddia ettiği İskender’in doğu ve batıyı birleştirme politikasını sürdürmek, doğu kökenli halkına, batılı bir politik ve kültürel hüvviyet kazandırmaktı. Ama o zamanın süper gücü Roma buna izin verecek değildi. Vermediğini, kendinden sonraki kralların yazıtlarında Antiokhos’un tanrısal kimliğinden hiç bahsedilmemesinden anlıyoruz.
Büyük ihtimalle, İskender’in başlattığı doğu-batı sentezini amaçlayan bu reformu başarılı olamamıştı. Zaten olması da imkansızdı. Çünkü doğuyu temsil eden, çok büyük bir güç Perslerle, batıyı temsil eden büyük güç Roma’nın uzlaşmaya hiç niyeti yoktu.
Ve İmparatorluk, Vespasianus Dönemi’nde, M.S.72, Küçük Asya Valisi Lucullus tarafından tarih sahnesinden silinerek, Roma topraklarına bağlanırken, hazinelerinin büyük çoğunluğuna da Vali Lucullus tarafından el konulur. Asya vilayetlerinden elde ettiği bu gelirlerle Lucullus o denli zenginleşir ki, “lüx” kelimesinin onun isminden türemiş olduğu söylenir.
Kommagene Krallığı, M.S. 17'de Roma İmparatorluğu'na bağlı bir devlet olarak yaşar ve M.S. 72 yılında, Vespasianus döneminde Kommagene, Roma'nın Suriye Eyaleti'ne katılır.
Roma hâkimiyetinin M.S. 5. yüzyılda zayıflamasından sonra Bizans, Emevi, Abbasi ve Arap egemenliğine giren Adıyaman ve çevresi ardından Selçuklu hâkimiyetine girer. Bunu Moğollar, Memlüklüler, Dulkadiroğlu Beyliği ve 1521’de de Osmanlı hakimiyeti takip eder.
Kommagene İsmi Nereden Gelir?
Popüler internet söylemine göre adının etimolojik açılımı "Genler Topluluğu" olarak söylenir ki, “gene” kelimesinin genetik ya da genolojiden gelmiş olduğu düşünüldüğünden muhtemelen bir benzetme yapılmıştır. Ama aslında çok büyük ihtimalle, Kommagene ismi, bu coğrafyada kurulduğundan bahsettiğimiz Kummuh’tan gelir. Kummuh ismi Pers Dönemi’nde Kommah’a, Yunanlar döneminde de Kommagene’ye dönüşmüştür.
Nemrut Dağı'nın Adı Nereden Gelir?
Tek tanrılı dinlerin düşmanlarına, İbrahim Peygamber’i ateşe attığına inanılan Nemrut’tan beri bu isim veriliyor. İbrahim Peygamber’in Antiochos’tan en az 2500 yıl kadar önce yaşadığı düşünülürse, bu ismin verilmesi normaldir, diye düşünebiliriz. Bir de yöre halkı tarafından ölümsüzlük addettikleri kişilere geçmişte ‘nemird’, ’namırıt’ denirdi.
Nemrut Dağı’ndaki Kalıntıların Bulunuş Hikayesine Gelince;
Bilim dünyasının Nemrut Dağı zirvesindeki görkemli eserlerden ilk kez haberdar olması 1881 yılının sonlarına rastlamaktadır. O yıllarda arkeoloji en popüler mesleklerden biri olmuştur. Tarihçiler, keşfedilmemiş coğrafyalarda bilinmeyenleri ortaya çıkarmanın verdiği mutluluk içindeyken, hazine avcısı bir kısım da zengin olmanın keyfini çıkarıyordur. İşte bu yıl, Berlin’deki Prusya Kraliyet Bilimleri Akademisi’ne bir mektup gelir.
O sıralar, Diyarbakır Vilayeti’nde, Bağdat Demiryolu Hattı keşif calışmaları yol yapım işlerinde başmühendis olarak çalışan Karl Sester adlı bir Alman, yöre halkından öğrendiği, Doğu Antitoros Dağları silsilesinden Anka Dağları’ndaki bir zirvedeki çok sayıda ve muazzam büyüklükte heykellerden bahseder ve bu heykellerin Asur heykelleri olduğu konusunda ısrarcıdır. Anlattıklarına göre, devasa heykeller sırt sırta iki terasta yer almakta ve bunlar bir tepeyle birbirinden ayrılmaktadır.
Alman otoritelerin ilgisini çeken Nemrut Tümülüsü ile ilgili ilk araştırma, 1882 yılında arkeolog Otto Puchstein ile Karl Sester’den kurulu bir ekip tarafından gerçekleştirilir.
Zorlu ve maceralı bir yolculuktan sonra iki bilim adamı 4 Mayıs 1882´de Nemrut Dağı´na ulaşırlar. Puchstein, Doğu Terası’nda , tahtlar üzerinde oturan heykellerden birinin elinde tuttuğu bir sembol fark etmiş ve Yunan tanrılarından Herakles´in de hep böyle dikenli bir sopa görünümündeki bir lobutla tasvir edildiğini düşünmüştür.
Puchstein, üzerinde heykel gövdelerinin oturur vaziyette olduğu tahtların arkasına geçtiğinde, 5 cm yüksekliğinde 237 satır uzunluğunda Grekçe harflerle yazılmış kült yazıtının yani Nomos’un yer aldığını görmüş ve hemen bu yazıtı çözümlemeye çalışmıştır. Yıpranmış harfleri çözümlemeye çalışırken, Batı Terası’na geçtiğinde oradaki tahtların da arkasında aynı Nomos’un yazılı olduğunu görünce, çok büyük heyecana kapılmıştır.
İki yazıtın birbirinin eksiğini tamamlamasıyla ortaya çıkan sonuçta, burasının bir Asur kalıntısı değil de Helenistik Krallıklardan biri olan Kommagene Krallığı’na ait bir kutsal mezar olduğunu öğrenir. Hierothesion denilen görkemli tapınaksal mezar anıtının üzeri, 30 bin metre küp hacmindeki kırma kireç taşlarından oluşan 50 metre yüksekliğinde bir suni tepe yani tümülüs ile örtülmüştür.
Tümülüs, en kısa anlatımıyla, üzeri toprak ya da kırma taş ile örtülmüş mezar anıtı demektir. Tümülüsün doğu ve batısında devasa heykellerin ve kabartmaların yer aldığı iki teras bulunmaktadır. I. Antiokhos, her terasta kendi heykeli ile birlikte tahtlar üzerinde oturan 9 metre yüksekliğinde devasa tanrı heykelleri diktirmiştir.
Her biri yaklaşık 7-8 ton ağırlığındaki büyük taş bloklarının işlenmesiyle ve üst üste konmasıyla, parça parça yapılmış bu tanrı heykelleri her iki terasta da aynı sırayla; soldan sağa Tanrı-Kral I.Antiokhos Theos’un kendisi, yanında ülkenin Ana Tanrıçası Kommagene Fortuna Tyche, tam ortada Baştanrı Zeus-Oromasdes yani Pers Tanrısı Ahura Mazda, onun yanında Apollon-Mithras, Hermes Helios ve en sağda Herakles-Artagnes. Ares yer almaktadır. Antiochos, bu vasiyetnamesi ile kim olduğunu ve hangi krallık olduklarını bizlere apaçık söylemiştir.
Dağda Yapılan Arkeolojik Kazılardan Bahsedersek;
1882’de arkeolog Otto Puchstein ile başlayan kazıları Osmanlı İmparatorluk Müzesi adına kontrol etmek üzere Osman Hamdi Bey ve Osgan Efendi gönderilirler. Onların ardından yaklaşık elli yıl çalışmalara ara verilir. 1936-37 yıllarından itibaren genç arkeolog F. Karl Dörner, Nemrut ile ilgilenmeye başlar.
Dörner, II. Dünya Savaşı’nın ardından 1951 yılında, Kommagene ve özellikle Nemrut Dağı ile ilgili gerekli çalışmaları tanımlamak amacıyla tekrar bölgeye gelir. Dörner’in önceliği, Arsemia’da kazı yapmak olmakla birlikte, Nemrut’a ilgisi de devam etmektedir.
Aynı yıl, Theresa Goell de Nemrut Dağı’ndadır. Bu iki grup Nemrut Dağı ve Kâhta Çayı (Nif Çayı) kıyısındaki Arsemia’da ortak çalışmalar yapmak üzere anlaşır. Goell, 1953’de dağa ilk geldiğinde genç bir arkeologdur. Neredeyse 32 yıl Nemrut’ta Kral Antiochos ile güneşi birlikte doğurur, birlikte batırır.
Birçok sondaj ve kazı yapar Antiochos’una ulaşmak için. Ama ulaşamaz. Ta ki artık saçları ağarıp kazı yapamaz hale gelene kadar. 1985’te son kez vedalaşır Antiochos’uyla ve Amerika’ya döner. 4 yıl sonra bir adam elinde gümüş bir kutuyla dağa çıka gelir ve tam da güneş doğduğunda içindeki külleri savurur. Sonunda Teressa Antiochos’una kavuşmuştur.
Ama ününü Afrodisias Antik Kenti’nin keşfinde büyük rol oynayan Ara Güler sayesinde bulur. Güler, bir Fransız televizyonu ile birlikte belgesel ve fotoğraf çalışması yapmak üzere Nemrut’a gelir. 1958 yılında gerçekleşen bu ziyaretin haberi Almanya ve Fransa başta olmak üzere dünyada 100’ün üzerinde sanat ve haber dergisinde yayımlanır.
Hadi Gelin Bir Nemrut Turu Yapalım...
Nemrut Turlarımız, gündoğumu ve günbatımı saatlerine göre ayarlanmıştır. Gündoğumu için Malatya tarafından geliyoruz. Gün batımı içinse Mardin veya Midyat’tan çıkar, Batman üzerinden bugün Dicle’nin suları altında kalan Hasankeyf’i ziyaret ederek, Diyarbakır yoluyla, Adıyaman Kahta’ya ulaşıyoruz.
Topografik yapısından dolayı dağa otobüsümüz ile çıkma imkanımız olmadığı için, minibüslerimiz bizi Narince’de karşılıyor. Maksimum on bir kişi olarak bindiğimiz minibüslerimizle Nemrut Dağı’na doğru yol alıyoruz.
Mevsimine göre ve zamanımız yeterli olduğu taktirde yol üzerindeki KARAKUŞ TÜMÜLÜSÜ‘nü ziyaret ediyoruz. Daha önce de tümülüsün bir mezar anıtını örten yapay tepe olduğundan bahsetmiştim. Buradaki tepe de Kral I.Antiochos’un oğlu II.Mithridathes zamanında, kraliyet ailesinin kadınları için yaptırılmış bir mezar anıtıdır. Yazlık sarayının bulunduğu Arsemia tepelerinden sarayın hanımlarının mezarlarını izlemek ona güven verir.
Yaklaşık 20 metre yüksekliğindeki tümülüsün güneyinde dikili bulunan sütun üzerindeki kartal heykelinden dolayı yöre halkı tarafından “Karakuş” olarak anılmıştır. Aslında bu karakuş antik çağda “Göklerin Koruyucusu” kabul edilen kartalın ta kendisidir ve Zeus’un kartalıdır.
Tümülüsün doğusunda iki adet yaklaşık 10 metre yüksekliğinde sütun bulunur. Birinin üzerinde boğa, diğerinin üzerinde ise aslan heykeli motifi bulunmaktaydı. Aslan da, “yeryüzünün koruyucusu” kabul edilmektedir. Ancak günümüzde sadece boğa motifi yerinde durmakta, aslan ise yerdedir.
Tümülüsün batısında ise Kommagene Kralı I. Antiochos’un oğlu Kral II. Mithridates’in kız kardeşi Laodike ile tokalaşma kabartması yer alır. Sütun üzerindeki yazıttan anıt mezarın Kral Antiochos’un eşi İsias, kızı Antiochis ve torunu Aka’ya ait olduğu anlaşılmaktadır.
Buradan ayrıldıktan sonra, yine yolumuz üzerindeki CENDERE KÖPRÜSÜ’ne uğruyoruz. Cendere Köprüsü, Roma Köprüsü veya Septimius Severus Köprüsü olarak da bilinir. Antik Cabinas (Cendere) Çayı üzerinde yer almaktadır. Köprü muhteşem bir kanyondan akan çayın iki tarafını birleştirdiği için bu isim verilmiştir. Roma İmparatoru Septimius Severus’un (M.S. 193-211) emriyle, o tarihte Samsat’ta karargâh kuran XVI. Lejyon tarafından yaptırılmıştır.
Cendere Köprüsü, Antik Roma mimarisinin muhteşem bir anıtsal örneğidir. Köprü her biri tonlarca ağırlıkta olan düzgün kesme taşlardan yapılmıştır. 7 metre genişliğinde, 30 metre yüksekliğinde ve 120 metre uzunluğunda olan köprünün en ilginç mimari özelliği harç kullanılmadan yapılmış olmasıdır.
Cendere Köprüsü, her iki tarafından rampa biçiminde yükselerek orta kısımda birleşmektedir. Bu özellik köprünün hem statik olarak dayanıklılığını artırmakta hem de köprüye anıtsal bir görünüm kazandırmaktadır. 1800 yıllık köprü yakın zamana kadar kullanılmakta idi. Geçtiğimiz yıllarda yakınında bir köprü yapıldı. Bu çok kısa zamanda yıkıldı ve yerine şu an kullandığımız köprü yapıldı.
Hikayesine gelince; Roma İmparatoru Septimus Severus, bu köprüyü yaptırdığında, köprünün iki tarafına ikişer sütun koydurmuştur. İlk ikisi kendisi ve karısı Julia Domna için, diğer ikisi de oğulları Karakalla ve Geta içindir. Ama bu sütunlardan biri eksiktir. Oğlu Geta’ya ait olan sütun, taht kavgası sırasında kardeşini öldüren Karakalla tarafından kaldırtılmıştır.
Çünkü o devirde öldürerek yok etmenin dışında, o kişiye ait her şey, tüm kayıtlar, tüm anılar ve anıtlar ortadan kaldırılırdı. Buna “Damnatia Memoria” denirdi. Yani “Hatıraların Lanetlenmesi”. Biz bunu bir de Efes Kenti’nden, İmparator Domitianus’un unutturulmasından da biliriz. İşte bu şekilde Geta’yı öldürmekle kalmamış, hatıralarını da yok etmişti. Kendi sonu nasıl oldu derseniz, söylenceye göre askeri tarafından Harran'a giderken tuvalette öldürülür.
Cendere Köprüsü hakkında bilgilenip fotoğrafladıktan sonra Nemrut’a doğru harekete geçiyoruz.
Yolda, Yeni Kale ya da Eski Kahta Kalesi’ni görüyoruz. Gece ışıklandırması ile görenleri büyüleyen Yeni Kale, Adıyaman Kahta İlçesi'ne bağlı Kocahisar Köyü içindedir. İlk yapılış tarihi Hititlere kadar giden kalenin bugünkü şekli Memlüklüler Dönemi'nden kalmadır . Kalenin Urartu, Part, Kommagene, Roma, Sasani, Arap ve Osmanlıların eline geçtiği de bilinmektedir.
Ve yolumuzun üzerindeki tabelada ARSEMİA yazısını okuyoruz. Arsemia Antik Kenti, bir dönem Kommagene Uygarlığı’nın yazlık başkenti olarak kullanılmış. Savunma amacıyla kullanılan kent, dini amaçlı tüneller kazmak için de kullanılmış. Arsemia Antik Kenti'nde Kommagene Krallığı'nı zirveye taşıyan Kral I. Antiochus'un babası I. Mithridates'in mezarı olduğu düşünülen yapı vardır. Mezarın üzerinde ise I. Antiochus tarafından koydurulan ve Arsemia tarihine ışık tutan Anadolu'nun en büyük Grekçe kitabesi yer alır.
Arsemia Antik Kenti'ne ait en önemli kalıntılardan biri de; Herkül'ün, kendisini tanrı katında gören I. Antiochus ile tokalaşmasının tasvir edildiği 10 ton ağırlığa sahip kabartmadır. Kabartma üzerinde I. Antiochus sivri uçlu tacıyla, Herkül ise sakalı ve elindeki sopasıyla resmedilmiş. Antiochus'un, yarı tanrı Herkül ile aynı boyda yapıldığı ve hatta kafasındaki taç ile kendisini ondan üstün kıldığı göze çarpan detaylar arasında. Herkül, çırılçıplak tasvir edilirken, Antiochus ise gücün ve zenginliğin simgesi olan pelerinlerini kat kat giyinmiş şekilde tasvir edilmiştir. Antiochus'un elinin tokalaşırken Herkül'ün elinin üzerinde duruyor olması da kral egosunun açık bir göstergesi niteliğinde.
Arsemia’yı uzaktan görerek Nemrut Dağı Zirvesine doğru yol alıyoruz. Zirveye ulaşmadan önce servis araçlarımızdan inip belediyenin tahsis ettiği tesiste kısa bir ihtiyaç molası verdikten sonra, 65 yaş üstü büyüklerimiz ve 18 yaş altı küçüklerimiz ücretsiz olarak, diğer misafirlerimiz de müze kartlarını gösterdikten sonra, belediyeye ait minibüslere binerek, 3 dakika kadar yol alarak minibüslerden iniyoruz. Bizi bu yolculuktan sonra 600-650 m uzunluğunda bir tırmanış bekliyor.
Zirveye iki çıkış alternatifi var. Biri soldan, ki bu öncelikle Batı Terasına çıkarıyor, diğeri de doğudan çıkış. Biz merdivenlerin düzgünlüğüne bakaraktan Batı Terası merdivenlerinden çıkmayı tercih ediyoruz.Tırmanış çok zorlu değil. Merdiven aralıkları oldukça uzun. Sadece son 150 metrede sık basamaklar yer alıyor.
Çok kolay olmamakla birlikte, yukarıda görülecek güzelliği düşününce, umursanmayacak bir zorluk. Yukarıya ulaştığımızda öncelikle Batı Terası çıkıyor karşımıza. Hem gün doğumu, hem gün batımı öncesinde Batı Terası'ndan geçerek Doğu Terası’na gidiyoruz. Gün Batımı’ndan önce Doğu Terası’ndaki devasa heykel başlarını ve tahtlarını görüyoruz.
Başlar ya kült alanının yapımı yarım bırakıldığı için yerlerine yerleştirilmedi ya da yerleştirildikten sonra rüzgar ve depremler sebebiyle düştü. 1882’de Osman Hamdi Bey buraya geldiğinde Kommagene Tyche’nin başı, gövdesinin üzerindeydi. Sonradan o da yerinden düşer.
Tümülüs üç terastan oluşuyor. Doğu ve batı terasları benzer şekilde düzenlenmişken, kuzey teras tamamen farklıdır. Kuzey teras geçiş koridoru gibi düzenlenmiştir. Neredeyse simetrik şekilde düzenlenmiş doğu terasta tümülüse sırtını dayamış dev heykel başları ve kaideleri ile Goell’in basamaklı piramit olarak tanımladığı, kurban törenleri için yapılmış sunak bulunur.
Batı çeperi istinat duvarı ile genişletilmiş olan daha dar ve asimetrik düzenli batı terasta tümülüsün eteğinde kolosal heykeller, güney ve batı kenarlarında ise sunaklı stel kaideleri bulunur. Bu terasta 1882’de ortaya çıkarılan dört adet tokalaşma kabartması ile Aslanlı Horoskop bulunur.
Nemrut Dağı Tümülüsü, batı terasındaki Kral I. Antiochos’un tanrılarla tokalaşma sahnelerinin resmedildiği kumtaşından yapılmış steller arasında bir de Aslan Horoskobu bulunur.
Puchstein’in alana ilk geldiği 1881 yılında, tümülüs üzerinden kayan çakılların altında kaldığı için tespit edilemeyen bu steller ve Aslanlı Horoskop, daha sonradan yapılan kazılar sırasında ortaya çıkarılmıştır. Bugüne kadar ele geçen bilinen en erken Grek horoskopu olan Nemrut Dağı Aslan Horoskopu, yaklaşık 1.75 metre yüksekliğinde ve 2.40 metre genişliğindedir.
Gövdesinde ve çevresinde toplam 19 adet yıldızla, boynunda bir hilal bulunur. Aslanın sırtında yer alan daha büyük boyuttaki üç yıldızın üzerinde Grekçe harflerle Mars, Merkür ve Jüpiter adları yazılıdır. Antiochos, Helen Tanrılarım dediği tanrılardan Mars ile Ares’ten , Merkür ile Hermes'ten, Jüpiter ile de Zeus’tan bahsetmektedir çok muhtemel.
Horoskopta yer aldığı düşünülen tarihin tümülüsün kesin inşa tarihi konusunda bir veri oluşturabileceği düşünülmüş ve 7 Temmuz 62 tarihi saptanmıştır. Bu tarihin de Antiochos’un tahta çıkış tarihi olduğu düşünülmektedir. Bu steller, 2003’te alandaki Geçici Restorasyon Laboratuvarı’na taşınmıştır.
Doğu ve Batı teraslardaki kireçtaşı heykeller dizisi Kral Antiochos ile birlikte dört tanrı heykeli ile iki yanda birer çift koruyucu aslan ve kartal heykellerini içerir. Üst kottaki platformlarda yer alan dev heykeller anıtsal bir etki yaratırlar.
Kommagene’nin doğu ve batı arasındaki birleştirici konumuna atfen tanrı heykelleri Helen ve Pers isimleri ile birlikte adlandırılmıştır. Bu heykellerle birlikte, gün doğumuyla doğudaki tanrılarını, gün batımıyla da batıdaki tanrılarını selamlarlar.
Antiochos, başarılı bir hükümdardı. Romalılara karşı kazandığı zaferle de halkı karşısında çok büyük itibar kazanmıştı. Bir şeyler yapmalıydı. Tarihe adını sonsuza dek kazıyacak bir şeyler. Hayatının en büyük projesini buldu. Nemrut’un zirvesine bir anıt mezar yapacak ve bu mezar başarısının bir göstergesi olarak onu ölümsüzlüğe taşıyacaktı. Kendisi de tanrılara edilecek olan dualardan payını alacak ve tarihteki yerini sağlamlaştırarak, ölümsüz olacaktı.
Daha hayattayken kendisini tanrı olarak göstermesi, öldükten sonrası için kendisine bir kült mezar yaptırması ve senede iki kez halkının kendisi ve tanrıları için tören düzenlemesini emretmesi ona herkesin gözünde ölümsüzlük kazandıracaktı ve bu sebeple çok büyük bir inşaat projesine başladı.
Nemrut Dağı, bu çapta bir inşaata hiç uygun değildi. Yakınlarında su yoktu. Rüzgarın gücü inanılmazdı. Ama Antiochos, hayatının sonuna kadar kült mezarını bitirmeye çalıştı. Bitirebildi mi, bilmiyoruz. Çünkü bazı arkeologlar yarım kalmış kabartmalar sebebiyle, anıtın hiçbir zaman bitirilememiş olduğunu düşünüyorlar. Dolayısıyla da öngördüğü törenlerin hiçbir zaman yapılamadığını söylüyorlar.
Yıllarca burada kazı çalışmaları yapılmış, ama Antiochus’un mezarına ulaşılamamıştır. Her çalışma tümülüse zarar vermiştir. En son 1989’da Dr. Sencer Şahin tarafından yapılan jeofizik çalışmalarında üç boşluk olduğu sonucunu verdi. Araştırmacılar bu boşlukların her iki terastaki Zeus ekseni üzerinde olduğunu düşünüyorlar. Ancak bu boşlukların ne olduğu ancak ileride yapılacak olan testlerle ortaya çıkarılabilir.
Gün Batımı’nda arkamıza aldığımız devasa heykellerin azametiyle batan güneşe Antiochos’un gözleriyle bakarak ve onun vasiyetnamesine yazdığı sözleriyle vedalaşıyoruz...
"HER KİM Kİ , BU DÜZENİN KUTSAL ABİDESİNİ BOZAR YA DA ZARAR VERİRSE YALNIZ KENDİSİ DEĞİL, AYNI ZAMANDA TÜM SOYU SOPU RAHMETLİ ATALARIMIN VE TÜM TANRILARIN HIŞMINA UĞRASIN TA Kİ CEZASINI TAMAMIYLA ÇEKİNCEYE KADAR."