Tarih 19 Mayıs 1919'u gösterirken Türk milleti için Kurtuluş’un meşalesi yanmıştı. Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk Samsun’dan Güneş gibi doğuyordu...
"Geldikleri gibi giderler "...
13 Kasım 1918
Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nı başlatacağı sözdü bu aslında; inanç-kararlılık-azim... İnanmıştı! İnanmışlardı!...
Birinci Cihan Harbinde dokuz cephede savaşan Türk milletinin kaybı çok büyüktü. Savaştan yenik çıkan Osmanlı'nın sonunu getirecek olan Mondros Mütarekesi, 30 Ekim 1918 günü imzalanmış ve topraklarımız işgal edilmeye başlanmıştı.
Umut yok diyenler tek bir şeyi unutuyorlardı. Çanakkale'de dirilen bir milletin yüreğindeki umudu!.. Kurtuluşun meşalesini eline almış olan Mustafa Kemal ve ona inananlar kısa süre sonra "bitti denilen bir milletin kaderini" sil baştan yazacaklardı!...
25 maddeden oluşan Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı fiilen bitmiş oluyordu aslında. Özellikle 7. madde ile İtilaf kuvvetlerinin Anadolu'yu işgalinin önü açılmıştı. "Hasta Adam" denilen Osmanlı'dan kalan mirası paylaşma telaşına düşen Avrupa devletleri bu fırsatı değerlendirmek için hiç beklemeyecekti.
Mondros'tan hemen sonra güzel Anadolumuz işgal edilmeye başlandı.
Antlaşmaya Yunanlar dahil edilmemesine ramen 15 Mayıs 1919 günü bu karar resmen çiğnenmiş ve güzel İzmir, Yunan işgali yaşamıştır. 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir rıhtımına Yunan askeri ayak bastığında ülkemizin batısına karanlık günler doğacaktı.
Bu karanlığa bir ışık yakan ise Kurtuluş Savaşı'nın sembollerinden biri olan Hasan Tahsin olacaktı. Asıl adı Osman Nevres olan Selanikli bu genç gazeteci düşmana ilk kurşunu ateşleyecek ve aslında Türk milletinin bağımsızlık yolundaki ebedi kahramanlarından biri olmayı başaracaktı.
Çok sonraları yaptığının büyük bir gaf olduğunu anlayacak olan Yunan askeri, Anadolu'nun batısında yüzlerce insanı katlederken, 9 Eylül 1922 sabahını asla hayal edemeyecekti. Gördüğü Megala İdea rüyasından, karşısında dimdik duran bir lideri ve askerini selamlayarak uyanacaktı...
16 Mayıs 1919 sabahı İzmir'in işgalinden tam da bir gün sonra İstanbul 'dan bir gemi yola çıkıyordu. Geminin rotası Samsun'du. Ülkemin Batısına çöken karanlığı, Doğusundan aydınlatmak için rotasını Karadeniz 'e çevirmiş bir gemi: Bandırma Vapuru.…
Gemide öyle biri vardı ki; sarı saçları masmavi gözleri ile ülkemin üzerine güneş gibi doğacak olan Mustafa Kemal!...
30 Nisan 1919'da 9. Ordu Müfettişliği görevine atanan Mustafa Kemal'in Samsun'a gönderilme sebebi ise bölgede iç huzuru ve güvenliği sağlamaktı. Üç günlük zorlu deniz yolculuğunun ardından 19 Mayıs 1919 sabahı Bandırma Vapuru içerisindeki 76 kişi ile Samsun'a ayak bastı.
Bir güneş doğuyordu bütün acı ve karanlık geçen günlerin üzerine... Samsun'dan doğuyordu bu güneş zafere susamışçasına…
İstiklâl Savaşı'nın meşalesini Samsun'dan ateşleyen Mustafa Kemal, "Ya İstiklâl Ya Ölüm" diyerek Anadolu'da alevlenecek mücadeleyi başlattı böylece. Haysiyetli Türk Milleti için ya tam bağımsızlık olacaktı ya da Ölüm... Tarihinde özgürce yaşamış Türk milleti için Bağımsızlık esastı ve Bağımsızlık uğrunda her türlü mücadele verilecekti.
Bu amaçla 25 Mayıs'da Havza'ya geçti. 28 Mayıs 1919 akşamı yayınlanan Havza Genelgesi ise Kurtuluş Savaşı'nın ilk sinyallerini veren resmi belgeydi. İşgallere karşı resmi olarak ilk tepki olan Havza Genelgesi ilk ulusal genelgedir ayrıca.
8 Haziranda İstanbul'a geri çağrılan Mustafa Kemal, belli ki İtilaf Kuvvetlerini rahatsız etmişti. Kararlıydı... Dönmedi İstanbul'a... Aksine yoluna devam etti...
12 Haziran'da Amasya'ya geçti. Yakın arkadaşları Refet Bele, Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy ile Amasya Genelgesi'ni hazırladılar. 22 Haziran günü yayınlanan Amasya Genelgesi bir baş kaldırıştı adeta. İstanbul Hükümetini hiçe sayan ve İtilaf kuvvetlerine esir olduğunu dile getiren genelgede Ulusal Egemenlik vurgulamaktaydı.
Amasya Genelgesinin en dikkat çeken maddesi ise "Milletin İstiklâlini Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır." Şüphesiz Atatürk milletinin azmine ve bağımsızlık uğruna vereceği mücadeleye çok güveniyordu. Haksız da çıkmayacaktı...
Amasya'dan sonra Erzurum'a geçen Mustafa Kemal'i orada karşılayacak olan kişi Kazım Karabekir Paşa idi. 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir "Emrinizdeyim Paşam" diyerek Mustafa Kemal'in yanında yerini alacaktı. Paşam dediği Mustafa Kemal ise askerlik mesleğinden istifa etmiş bir sivildi o gün. Ta ki Sakarya'dan sonra Mareşal ve Gazi ünvanını alana kadar…
“Benim Erzurum’a gelişim, bütün milletin ateşten bir çember içine alınmış olduğu bir zamana tesadüf etti. Bütün millet bu çemberin içinden nasıl çıkılacağını düşünmekte idi.” sözleriyle anlatır Mustafa Kemal o günleri. Ama umudu hiç bitmedi. Yaşlı Mevlüt Amca ile yaptığı konuşma ise Atatürk'ü daha da perçinleyecekti.
Çukurova'da yaşayan Erzurum'lu Mevlüt Amca'ya neden Erzurum'a geri döndüğünü sorduğunda; "Duydum ki İstanbul’daki ırzıkırıklar, bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlar?" cevabını almıştı. Demek ki bu millet bu ateşten çemberin içinden geçmeyi başaracak vatanını düşmana bırakmayacaktı.
Mustafa Kemal'in sivil olarak katıldığı ilk kongre olan Erzurum Kongresi 23 Temmuz günü yapılmıştır ve alınan önemli birçok kararla tarihe geçmiştir. Manda ve himaye kabul edilemez kararıyla ulusal egemenlik bir kez daha vurgulanmıştır.
4 Eylül günü ise Sivas Kongresi düzenlenmiş Manda ve Himaye kesinlikle reddedilmiştir. Cumhuriyete giden yolda sağlam bir temel atılmıştır. Yeni kurulacak olan devletin ayak sesleri duyulmaya başlanmıştır.
Sürgün edilmeyecekti bu millet. Çünkü Türk milleti Atası'nın dediği gibi Ya İstiklâl Ya Ölüm diyordu... Bağımsızlığa giden bu yolda 23 Nisan 1920 günü meclisimiz açılacaktı. Ardından savaş üstüne savaş...
Birinci ve İkinci İnönü Muharebeleri'nin ardından kendine inanan Türk ordusu 22 gün 22 gece sürecek olan Sakarya Meydan Muharebesi ile zafere doğru koşacaktı. Anadolu'nun içlerine doğru ilerleyen Yunan ordusunu Polatlı sınırlarında durdurmayı başaran Türk ordusu bomba seslerinin yönünü batıdan doğuya değil doğudan batıya doğru değiştirecekti tıpkı Halide Edip’in söylediği gibi. Kovalayan Yunan ordusu kaçmaya başlıyordu, şimdi sıra bizdeydi...
"Hattı Müdafaa Yoktur Sath-ı Müdafaa Vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı kanla ıslanmadıkça vatan terk olunamaz"... Kararlıydı yine... Vazgeçmeyecekti... Kırık kaburga kemiğine rağmen cephedeydi, masmavi gözleri kararlıydı, Batıya doğru bakıyordu Duatepe'den, gördüğü ise Zaferdi!... Yanında ise hiç yanından ayırmadığı Salih'i vardı, yaveri Salih Bozok...
İşte şimdi son aşamaya gelmişlerdi. Şehit düşen onlarca kahraman, zafere giden yolda feda edilen canlar... Ama çok az kalmıştı Zafere. İnanmıştı çünkü... 30 Ağustos tarihe Zafer Bayramı olarak geçecekti...
Ve bir adım ötesi Afyon'dan İzmir'e ne kalmıştı ki... Güzel İzmir... Ey Kutlu İzmir... Hazır mısın onu karşılamaya? Hazır mısın şanlı Türk ordusunu ve Başkomutan Mustafa Kemal'i karşılamaya?
9 Eylül 1922....
Ne anlamlı günsün sen...
Yurduma uğrayan alçaklara siper ettin gövdeni Kahraman Türk Askeri. Vatanını hiçe sayanlara kocaman bir ders verdin. Sen ki Çanakkale'den başlayan bu dirilişe can verdin, inandın... Sen ki toprağına göz koyan düşmanına kocaman bir tokat indirdin...
Peki ya sen Ey Büyük Atatürk... Hakkını ödeyebilecek miyiz? Sana teşekkür etmenin kaç farklı yolu olabilir diye durmadan düşünüyorum. Ömrünü vatan uğruna harcayan Sen; Büyük İnsan! İnandın ve başardın....
Bu destana en çok inanan sendin ve en büyük hediyen bize Cumhuriyet oldu.
19 Mayıs, Cumhuriyete giden yolda en büyük adım oldu. Atatürk bu kutlu günü bizlere gençlere hediye etti. Etti ki bu ülkenin gençleri vatanına daha iyi sahip çıksın, Cumhuriyet'in değerini bilip gelecek nesillere aktarsın diye...
Tam bir asır önce bugün, tarih 19 Mayıs’ı gösterirken Türk Milleti için Kurtuluş’un meşalesi yanmıştı. Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, Samsun’dan Güneş gibi doğuyordu...
19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun....
Vee Geldikleri Gibi Gittiler.…