Harranilik nedir? Harraniler neye inanırlar? Soğmatar Köyü ve Yedi Tapınak...
Şemsîler / Harraniler, ortaya çıkış noktaları Harran olduğu için dinler tarihi literatüründe “Harranîler” adını alan dini bir topluluktur. Şemsiler / Harranîler olarak bilinen bu toplulukların ana vatanlarının Harran, Mardin ve civarı olduğu kabul edilmektedir.
Bu topluluk İslâmî kaynaklarda ayrıca Harnânîler ve Harbânîler şeklinde bilinir, Kesdânîler (Kasdeliler), Keldânîler ve Nabatîler olarak da isimleri kabul görür. Halife Me’mûn’dan sonraki döneme ait araştırmalarda Harranlı Sâbiîler şeklinde bir adlandırma daha görülmekle birlikte; Bîrûnî, İbnü’n-Nedîm, Hamza el-İsfahânî ve Ebû Abdullah Muhammed el-Hârizmî gibi üst düzey araştımacıların belirttikleri gibi Me’mûn dönemi öncesindeki Harrânîlerin Sâbiî adıyla her hangi bir ilgisi yoktur.
Harranilerin Anadolu’daki mevcut mabetlerinin olduğu yerin adı Soğmatar Köyüdür. Harran’dan yaklaşık 60 kilometre uzaklıkta Soğmatar Mağaraları diye geçen bir beldedir burası. Türkçesi “Yağmurlu Köyüdür.” Soğmatar’ın Arapça’daki anlamı “yağmur tutan” demektir.
Soğmatar’da bir mağara ve bir mabedin çevresinde her bir günü simgeleyen 7 tane farklı tapınağı görebilirsiniz. Harraniler her gün bu tapınakların birisine gidip O günkü tanrıya ibadetlerini sunduklarını söylüyorlardı. Bu noktada Harraniler kendilerini Sabiilerin içerisine koyuyor, fakat yapı ve inanç olarak çok farklı bir inanç sistemini ortaya koymuş oluyorlardı.
Bu durumun sebebini araştırdığımızda ise bunun Abbasi halifesi Memun’un bir şartı olduğu ortaya çıkıyor.
Harran Üniversitesi’nde Halife Memun bir söyleşi yapıyor öğretmen ve öğrencilerle. Bilindiği üzere Harran dünyadaki ilk üniversitelerden bir tanesidir.
Yine bilindiği gibi Mısır’daki İskenderiye Kütüphanesi yakılmıştır, burayı yakanların kimler olduğu konusunda ise çok yanlış bilgi vardır. Kütüphaneyi Moğollar’ın yaktığı söylenir ama aslında burayı yakanların Moğollar değil Netroyin keşişleri olduğu bilinir.
İskenderiye Kütüphanesi ve oradaki elit bilgiler, kütüphane yandıktan sonra sahipsiz kalmıştır ve bunlara da kucak açan Harran Üniversitesi olmuştur.
Harran Üniversitesi çok kozmopolit bir yapıya sahipti ve birçok farklı bilgiyi içerisinde barındırıyordu. Halife Memun da bu üniversitedeki öğretim görevlileri ile konuşmak ve onlardan biraz daha bilgi almak istemişti.
Fakat onların inançlarını öğrenmeye geldiğinde Halifenin biraz kafası karışmıştı ve en sonunda onlara bir şart sundu. Şart şuydu:
Ya Kuran-ı Kerim’deki ahiretle müjdelenmiş dinlerden birini seçeceksiniz, bunun sonucunda sizlerden bir vergi almayacağım ve refah içinde yaşantınızı sürdüreceksiniz ya da ben sizi münafık olarak tanımlayacağım ve üniversiteyi dağıtacağım.
Bu dayatma üzerine, bilim adamları bir araya gelip kendilerine en uygun din olan Sabiiliği seçmişlerdir. Çünkü Sabiilik zaten bu bölgede belli bir taraftar grubunu toplayan din olarak karşımıza çıkıyordu.
İlgimizi çeken Harran’ın sevimli köyü olan Soğmatar Köyündeki ana mabedin içerisindeki 7 tane tapınaktı.
Bu 7 tapınağın her birisinin 7 farklı mimarisi olduğu ortaya çıktı.
Peki; Neydi bu farklılık?
Öncelikle Ay Tapınağına baktık. Çünkü Sin, Harranilerde ana tanrı görevini görüyordu ve hatta güneşin babası olarak ortaya çıkıyordu. Bir de bir kızı vardı, o da Babil ve Sümer inancındaki İştar’ın vücut bulmuş haliydi. Venüs de onun kızı olarak dikkatimizi çekiyordu.
Ay tapınağı normalde kare veya dikdörtgen bir yapı değildir, beşgen bir mabedi vardır ve bu beşgen mabet beyaza boyalıdır. 3 basamaklı bir tahta basarak yukarı çıkarsınız ve ortada ay tanrıçası Sin’i simgeleyen gümüş bir heykel vardır.
Bu heykel, kafasında ayın hilal biçimini taşıyan ve oturur halde resmedilen bir kral figürüdür.
İkinci gün yani Salı günü ise Mars Günü olarak nitelendiriliyor ve Mars Tapınağına geçtiğimizde ise bu geçişler çok kolay olmuyor çünkü ana tapınak ile onun çevresindeki 7 tane diğer tapınak arasında yaklaşık 700 – 800 metrelik bir yürüyüş yolu var. O yüzden iyi ve sağlam bir ayakkabı giymenizi tavsiye ederiz; eğer gidip görmek isterseniz.
Mars tapınağı yani salı günü yapılan ibadet ise; dikdörtgen şeklinde bir mabet vardır ve bu mabedin ortasında ise 7 basamaklı bir taht bulunur. Bu tahtın üstünde ise Mars vardır ki bildiğiniz gibi Mars bir savaş tanrısıdır. Babillerde ve Sümerlilerde Nergal ile nitelendirilir.
Bu tahtın üzerinde bir elinde kılıcı diğer elinde ise yendiği düşmanın başı tutan bir heykel vardı ve bu heykel de demirden bir heykeldi. Tabii burada kılıcının çok önemli bir özelliği olduğu söylemek gerekir.
Çarşamba günü ise Merkür Günü olarak kabul ediliyordu ve Çarşamba günü kare bir zemin içerisinde üçgen bir yapı ile gösteriliyor. Bu şekilleri masonlukla çok sık bağdaştırılan bir şekil olarak görebilirsiniz. Kare bir zemin içerisinde üçgen bir zemini gözünüzün önüne getirin. Bunun temel prensibi şudur aslında; Merkür yazmanların yani yazıcıların gezegenidir ve insana da yazıyı, bilimi, marangozluğu ve duvar işçiliğini öğreten en önemli tanrı Nabu’ya bugüne ithafen tapınılır.
Belki de gelecek dönemde Masonluğun eğil sahibi tanrı ile veya eğil sahibi gezegenle bağlantılı olacağını göreceğiz.
Burada 4 basamaklı bir taht var ve onun üzerinde pişmiş kilden yapılan bir heykel var. Dolayısıyla Nabu’ya yapılacak olan ibadet dikdörtgen fakat üçgen bir zemin üzerinde inşa edilen bir tapınakta yapılıyor.
Perşembe günü Jüpiter Günü olarak geçiyor, Jüpiter ise Marduk ile ilişkilendirilen bir tapınma günü. Marduk bildiğiniz gibi hem Sümerlerde hem de Babilde çok önemli bir Tanrı modeli.
Hatta Babillilerin ana tanrısı olarak ortaya çıkıyor çünkü tüm evrenin yok olmasını engelleyen bir savaşçı niteliğinde tanrıdır.
Kendisine ithaf edilen tapınak üçgen şeklinde olup yeşil renklidir. Tapınağın tam ortasında kalaydan kendisinin bir heykeli bulunmaktadır. Perşembe günü de Marduk’a dua edilirdi.
Cuma günü ise Venüs Günü idi. Venüs ay tanrısı Sin’in kızı olarak adlandırılır. Dolayısıyla Cuma günleri Venüs’e tapınılırdı. Venüs’ün tapınağı ise kırmızı renkte bir tapınaktı.
Dikdörtgen bir yapı içerisinde yine üçgen zemin içinde bir tapınak olarak inşa edilmişti.
Venüs tapınağının bir özelliği var; cuma günleri yemek ve müzik eksik olmazdı. Bugün de baktığımızda Cuma akşamlarının herkesin sevdiği ve eğlendiği gün olarak kabul edildiği dikkatimizi çeker.
Cumartesi günü ise, Satürn Günüdür yani Saturday günü olarak geçer İngilizcede. Satürn günü ise tanrı Minulta için tapınıldığı gündür. Altıgen şekilde inşa edilmiştir.
Siyah taşlarla kaplıdır. Bu ilginçtir çünkü diğer 6 tapınakta farklı farklı renkler var ve her 6 tapınakta beyaz giysilerle tapınılırken, cumartesi günleri siyah giyinilerek tapınılıyor.
Tapınakta dört tane heykel var, peki nedir bu heykeller? İçerisinde ineklerin ve mandaların üzerinde olduğu bir fil ve o filin üzerinde bir adam var. Adamın elinde bir balta var, dolayısıyla bu dört tane farklı heykelden oluşan tapınağın merkezi diğer altı gün beyaz giyerken Harraniler sadece cumartesi günleri siyah giyiyorlar.
Herkesin bildiği gibi cumartesi günleri Yahudiler için çok özel bir gündür. Yahudilerde cumartesi günleri beyaz giyilmez genellikle. Siyah bir elbise giyilerek ibadet edilir. Çünkü Yahudilerin kendilerine peygamber olarak kabul ettiği Hz. İbrahim’in yaşadığı yer Urfa ve Harran bölgesidir, yani bu Harranilerin ve Sabiilerin çok yoğun olduğu bölgedir.
Yedinci günümüz Şamaş Günüdür yani güneş günüdür, kare şeklinde bir tapınak olarak dizayn edilmiştir ve bina sarıya boyanmıştır. Tapınağın üzerinde ise altı basamak sonra çıkılan bir taht vardır. Bu tahtta altın kaplama bir heykel vardır. Bu heykelin de tacında mücevherlerin olduğu söylenir, dolayısıyla Sabiiliğin içerisinde olan fakat ondan tamamıyla ayrı olan bir inanç topluluğudur Harranilik.
Harranilerin, Sabiiliğin içerisine girmesini sağlayan en önemli faktör de makalenin başında belirtildiği gibi Halife Memun’un onlara sunmuş olduğu seçenekten başka bir şey değildi.
Bu konuyu dönemin İslami yazarları Dımışkiye olsun, Telmiye olsun destekler.
Onlara göre de Sabii’ler ikiye ayrılır:
Birincisi Hanif Sabii’ler; Hz. Adem’e, Hz. Nuh’a ve diğer peygamberlere inanırlar. Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. Allah’ı her şekilde anarlar ve salat ederler.
İkincisi Sabiilerin içerisindeki Harraniler. Bunlar ise putperesttir, her gün bir tapınakta ve her bir tapınakta bulunan heykelin etrafında yapmış oldukları ayinler nedeniyle Harraniler putperest kabul edilir.
Aslında Harraniler ilk defa Halife Memun zamanında zorlukla karşılaşmıyorlar, yani din değiştirme kavramı ile karşılaşmıyorlar.
Bundan çok önceki dönemde Hristiyanlığın ortaya çıkmış olduğu yıllarda Edessa adıyla anılan bir bölge var. Bu Edessa bölgesi günümüz Urfa ve çevresinde yer alırdı. İlk Hristiyanlığı kabul eden kral da Edessa’nın Kralı 5. Abgar Ukama. Bu kral çok ağır bir cüzzam hastası, sağlığından şüphe ediyor ve cüzzam hastalığından kurtulmak içinde yaratana sığınıyor, fakat o putların hiç birisinden cevap almıyor.
Durum Hz. İsa’ya söyleniyor ve Hz. İsa ona kendi vücuduna sürdüğü bir bez veya havlu gönderiyor. Bunu vücuduna sürmesi isteniyor ve bu şekilde hastalığının geçeceği söyleniyor.
Bunun üzerine Abgar Hristiyanlığı kabul ederek ilk Hristiyan kral olarak karşımıza çıkıyor. Yetişmiş olduğu bölgedeki kendisine tabi olan halkına Hristiyanlığa geçmesi yönünde bir telkinde bulunuyor.
Fakat Harraniler bu dönemde de her gün taptıkları tanrılara tapmaya devam ediyorlar ve bunun sonucunda kral Abgar’ın hışmına uğruyorlar. Hiçbir şekilde kararlarından dönmeyip bu inançlarına devam ediyorlar ve günümüze kadar geliyorlar.
Fakat bugün birisinin “ben Harraniyim” demesi açıkçası çok çok zordur. Çünkü unuttuğu ve okumadığı çok bilgi vardır.
Mevcut yaşantımızda o günlere baktığımızda bizim kültürümüzün ve dünya kültürünün en azından günlere isim vererek ne kadar etkilendiklerini ortaya koyabiliyoruz.
Peki, Harranilikteki kavramlar ve oluşumlar diğer dinleri etkileyebiliyor mu?
Tabiki etkileyebiliyor...
Hatırlarsınız Harraniliğin Sabiiliğin içerisine girdiğini söylemiştik, fakat sadece bu değildir. Harraniliğin içerisinde Mısır’dan, Yunan teolojisinden Babil ve Sümer’in öğretmiş olduğu tüm beşeri ve fen bilimleri ve de İslamiyet’i açıkça görebiliyoruz. Özellikle kendilerini Sabii gösterdikten sonra çok büyük bölümü Halife Memun tarafından Bağdat’a götürülüyor ve Bağdat’taki üniversitelere ders vermeye başlıyorlar.
Bunların en önemlisi Türk filozofu olan Ebu Nasır el-Farabi’nin bir Harrani olan Cabir bin Hayyan’dan Yunanca ders alması olabilir.
Harraniler, dinden ziyade bilim anlamında birçok konuyu İslamiyet’e aktarabiliyorlar. Bunların içerisinde dünyanın yuvarlak olmasından, gezegenlerin hareketine kadar, ay hesaplamasından güneş hesaplamasına kadar birçok konu hakkında İslam alimlerini yetiştiriyorlar ve İslam alimleri günümüzde birçok konuda olumlu kitaplar yazıyorlar.
Harranilerin bir özelliği daha var: Harraniler Antik Mısır’da ortadan kaldırılan İskenderiye Kütüphanesi’ndeki tüm önemli bilgileri Arap dünyası ve İslam dünyasının hizmetine sunan grup olarak karşımıza çıkıyor.
Bu beraberinde özgür düşüncenin gelişmesi ve İslam inancı içerisinde gelişmiş bir bilim adamı grubunun ortaya çıkmasında en büyük faktör olarak karşımıza çıkmakta.
Harraniler hakkında söylenebilecek son bilgi şu olabilir; kendileri günümüzde nerede olursa olsunlar bize vermiş oldukları gün kavramını yani bir haftayı yedi güne böldükleri için kendilerine şükran duyuyoruz. İyi ki bize gün kavramını ve zaman kavramını verdiniz, siz olmasaydınız belki de günleri ayları ya da süreçleri tam olarak hesaplamayacaktık.
Kendilerine şükranlarımızı bildirerek, bizim için her din kutsaldır ve her din önemlidir diyerek makalemize son veriyoruz.