Bergama, parayla saadet olmaz lafını adeta yalanlayan bir krallık… M.Ö. 8 yy’da varlığını küçücük bir yerleşim olarak başlatan bu kent, Persler tarafından dikkate alınmamıştı bile…
Büyük İskender’in ölümü sonrası generallerinden Lysmachos, o zamana değin kazanılmış olan savaş tazminatlarını ve hazineyi buraya taşımayı uygun görmüş ve bu hazineyi korumak üzere Philyteros’u görevlendirmişti. İskender’in ordusundaki Paflagonyalı subay Philyteros, güvenilir birisiydi ve hazineyi emanet aldığı gibi sakladı.
M.Ö. 283 tarihinde Lysmachos öldükten sonra hazinenin tamamı elbetteki Philyteros yönetimine kaldı. O ise, önce gönüllüleri sonradan paralı askerleri toplayarak kendi krallığını ilan etti. Çevre – komşu bütün krallık ve şehirler, parayla kurulan bir krallıkta itaat olamayacağını, çok kısa bir zamanda bu krallığın yıkılacağını düşünseler bile, Philyteros yoluna şaşmadan devam etti ve krallığın ilk hükümdarı ilan etti kendini. Başkent ise sarp dik kayalıklar anlamına gelen Pergamon’du. Şimdiki Bergama…
Bergama Krallığı’nın 6 kralı oldu. Bunlar toplamda 150 yıl hüküm sürdüler. Philyteros, I. Eumenes (Bu ikisi kral ünvanlarını kullanmamışlardır.), Attalos I, Eumenes II, Attalos II ve Attalos III sırasıyla krallığın başına geçmişlerdir. Son kral Attalos III, M.Ö. 133 tarihinde bütün topraklarını Roma İmparatorluğu’na bağışlamıştır. Tabii ki Bergamalılar bunu ilk başta kabul etmeseler bile, Romalılar baskıları ile zorla da olsa kabul ettirmişlerdir egemenliklerini.
Krallar zamanında Roma ile ilişkiler son derece iyiydi. Hatta Seleukoslara karşı savaşta Bergamalılar, Romalılara yardım da etmişlerdi. Karşılıklarını da almışlardı. Çok doğru politikalar ve zekice yönetimler gösteren krallar, parayla kurulan krallık çabuk yok olacak düşüncesini yerle bir edercesine, keşifler ve icatlar yapmışlardı. Kültür, sanat ve eğitim alanında Helenistik Dönem'de zirve yapmışlardı.
Mısır'a para verip Papirüs almaktansa kendi kağıtlarını bulmuşlardı, oğlak derisini kullanarak… Adına da Pergament yani Bergama kağıdı demişlerdi. Biz buna şimdi parşömen diyoruz.
4 tane tiyatrosu vardı başka yerde olmadığı gibi… Gladyatör dövüşleri için değil, dramalar için, tragedyalar için, komedyalar için, müzik için, kısacası sanat için kullanıyorlardı.
Kendi pazarlama ve alışveriş kanunlarını çıkarmışlardı. Müşteri hakkını gözetme gibi yasaları vardı Bergamalıların.
Kültür sadece tiyatrolarla sınırlı kalmamıştı. 200.000 kadar parşömen ile antik çağın ikinci büyük kütüphanesine sahiplerdi. Marcus Antonius, bu parşömenleri Kleopatra ile olan beraberliklerinin hediyesi olarak Alexandria’ya (İskenderiye) göndermişti. Fakat bir yangınla maalesef en büyük kütüphane olan Alexandria Kütüphanesi yok olmuştu. En yakın takipçisinin 14.000 kadar parşömeni olduğunu düşünecek olursak şöyle cevap versek nasıl olur: Vay Canına!!!
İnanç bambaşka bir olaydı, Hera ve Demeter Kutsal Alanları, Athena Tapınağı, Zeus-Asclepios Tapınağı, Dionysos Tapınağı… Tanrılar her zaman fazlasıyla saygı görmüştür burada. Romalılar döneminde inşa edilen Trajan Tapınağı ise bir mimari şaheserdir.
Mimari şaheser demişken, 14 km ileriden Madra Dağı’ndan 240.000 künk boru ile gelen suya ne demeli? Ya bunların üzerinde durduğu su kemerleri… 1100 metre yükseklikten su gelmeye başlıyor, 68 m rakımlı Pergamon kentinin içinden su kemerleri ile devam ediyor ve 336 m yükseklikteki Akropolis’e ulaşıyor.
Nasıl mı? Bileşik kaplar kanunu… Su, ilk doğduğu 1100 metreden aşağı doğru öyle bir ivme kazanıyor ki, 336 metreye kadar o ivme ile gelebiliyor. Peki şehir saldırı altında, savaş durumu söz konusu, düşman su yollarını kesiyor; o zaman ne yapıyorlar? Merak etmeyin, Akropolis’te 40’tan fazla sarnıç herkes için yeter.
Antik çağın 4 büyük Asklepion’undan bir tanesi Bergama’da. M.Ö. 4.yy’dan, M.S.4. yy’a kadar işlevini sürdürmüş en az 2.000 hasta kapasiteli bir mental rahatsızlıklar hastanesiydi. Büyük şehirlerdeki lokal hastaneler gibi sadece o şehrin hastalarını değil, her yerden gelen hastalar kabul ediliyordu.
Hristiyanlık inancına göre kutsal 7 kiliseden bir tanesi burada, Bergama’da… İmparator Hadrian zamanında Serapis Tapınağı olarak kırmızı tuğladan inşa edilen bu tapınak, Hristiyanlık kabulu ile kiliseye dönüşmüş, St. Jean’ın göndermiş olduğu 7 mektuptan bir tanesi Bergama’ya gelmiş ve bu şehir 7 kilise mekanlarından birisi haline gelmiştir. Serapis Tapınağı ise bu kutsal mekanın kilisesi olmuş, Türkler zamanında cami olarak kullanılmış, günümüzde ise Kızıl Avlu ya da Kızıl Bazilika olarak adlandırılan bir müze statüsündedir. Fakat burada bulunan 2 kuleden bir tanesi günümüzde hala cami olarak ibadete açıktır.
Şehir, 716 yılında Arapların eline geçmiş ve sıkıntılı bir dönem yaşamıştı. Bizans geriye alıyor Bergama’yı ama Anadolu Selçukluları bir kere daha Bizans’ın elinden geri alıyor bu önemli noktayı. Sonrasında Karesioğulları ve en son Osmanlılar buranın sahibi oluyorlar. Osmanlılar Dönemi'nde burada para basılıyor ve Bergama bir kere daha eski parlak günlerine kavuşuyor. Balıkesir Sancağı’na bağlı bir yer iken, 1868’de Manisa Eyaleti’ne, 1890’da ise İzmir’e bağlanıyor.
Peki şimdiki Antalya şehrinin Bergama Kralı Attalos II zamanında kurulduğunu biliyor muydunuz? “Bana yeryüzündeki cenneti bulun!” demişti Attalos II. Askerleri ise Antalya’yı görünce bu doğa harikası noktada şehrin kurulmasının çok iyi olacağını iletmişlerdi krala. Kent kuruldu ismi oldu Attelia, günümüzde ise Antalya…
Bergama’ya tur yapılır ise burası antik çağ kalıntıları olarak 3 bölümde inceleniyor;
Akropolis, Kızıl Avlu ve Asklepion
Akropolis, kralların ve sosyal sınıflandırmaya göre üst düzey insanların yaşadığı yer idi. Yunancada “yukarı kent” anlamına gelmektedir. Savaş zamanı ise kentin en son savunma noktasıdır. Bergama kentinin en yüksek yeridir. İlk defa Büyük İskender zamanında büyük blok taşlar ile çevrelenmiştir. Hristiyanlık döneminde pek kullanılmasa da, yerli halkın “kale” deyimiyle stratejik önemini her zaman korumuştur.
-
Akropolis Surları,
- M.S. 2. yy’da yapımına Trajan adına başlanan fakat imparator inşaat bitmeden öldüğü için Hadrian zamanında tamamlanabilen Trajan Tapınağı,
-
Su Sarnıcı,
-
M.Ö. 3. yy’dan kalma Athena Tapınağı’nın yarım sütunları,
-
Tapınağı çevreleyen Trajaneum adı verilen galerileri,
-
10.000 kişi kapasitesi ile dünyanın en dik antik tiyatrosu,
- M.Ö. 3.yy’da yarı ahşap olarak inşa edilen ama sonradan diktatör İmparator Caracalla tarafından yeni baştan inşa ettirilen Dionysos Tapınağı,
-
200.000 parşömen ile antik çağın 2. büyük kütüphanesinin duvarı,
-
İlk defa Bergama’yı kazan Carl Humann tarafından parça parça Berlin’e gönderilen muhteşem Zeus Sunağı’nın merdiven kaidesini,
-
Kral Kültü adı verilen hediyelerin bırakıldığı Heroon’u görmeden Akropolis’ten ayrılmıyoruz.
Kızıl Avlu, Roma dönemi yapısı olmasına rağmen mermer kullanılmadan inşası yapılmış, kullanılan kırmızı tuğlalar sebebiyle bu ismi almış. Koruyucu tanrı ve tanrıçalar sütun gövdeleri olarak kullanılmış - ki bunlara Mısırlılar Sechmet diyorlar – çok büyük bir yapı… Sonradan eklenen kuleleri de görmeden Kızıl Avlu’ya veda edilmez.
Asklepion’da kullanılan tedavi yöntemleri hala günümüzde uygulanmaktadır. Pozitif telkin yolu ile tedavi, su ile tedavi, kitap okuma yolu ile tedavi, tiyatro ile tedavi, müzik ile tedavi, rüya ile tedavi, masaj ile tedavi…
Asklepios’un kutsal yolundan yürünür doktor ile birlikte ve oradakiler fısıldarlar: “Sen hasta değilsin, tanrı Asklepios’un bize gönderdiği misafirsin, hoş geldin”…
Kitap okuma salonunda dönemin hekimi elindeki kitabı okur hastalarına. Onları bu zamandan bu şartlardan alır ve manevi olarak rahatlayacakları dünyalara götürür. Sütunlu yoldan adeta bir meclis üyesi gibi geçirir hastasını ve en güzel müziklerin çalındığı en eğlenceli oyunların oynandığı tiyatroya götürür.
Sonra gezer açık havada hastasıyla. Sohbet eder, hal hatır sorar, onun beğendiği rahatladığı konulardan konuşulur hep. Asklepios’un kutsal suyundan içirirler hastaya. Bu su şifadır, güçtür, moraldir onlar için. Akşam olmuştur ve uyku zamanıdır. Uyku tünellerinde hastalar uyurken yukarından doktorlar pencerelerden onları gözetler. Rahatlar mı, yoksa kabus mu oynatır bedenlerini? Tünelin içinde yanıbaşlarında akıp giden suyun sesi rahatlatır onları.
Tıbbın babası Hippokrates olabilir ama Anadolu’da bu ünvan Galenos’a daha çok yakışır. 1 milyon kelimeden oluşan kitabından bazı bölümler halen günümüzde tıp fakültelerinde okutulmaktadır. 1900 yıl önce yazılan kitap…
Sizi İzmir'in bu kadim kenti Bergama’nın gizlerini keşfetmeye çağırıyoruz. Gezerken profesyonel kokartlı rehberinizi de almayı unutmayın.
Instagram hesabımızı takip ederek son paylaşımlarımızdan haberdar olabilirsiniz.