Konya’nın Selçuklular’dan kalma kervansarayı Zazadın Hanı hakkında bilinmeyenler nelerdir? Zazadın Hanı’nın mimarisi ve özellikleri nelerdir?
Zazadın Hanı, Konya’da bulunan ve 13. yüzyıldan kalma Anadolu Selçuklu eseridir. Peki ismini pek az duyduğumuz bu han hakkında bilinmeyenler nelerdir? Zazadın Han’ın mimarı Emir Sadettin Köpek kimdir? Yapının mimari özellikleri nelerdir?
Konya’da bulunan, günümüze ulaşabilmiş bu nadide kervansaraydan önce; Anadolu’nun dört bir yanını sarmış han ve kervansarayların hangi amaçlarla yapıldıkları, nasıl ve kimler tarafından kullanıldıklarından bahsetmemiz doğru olacaktır. Ayrıca Zazadın Hanı’nın ve dönemin gözde mimarı Emir Sadeddin Köpek ile ilgili de bilgi vermemiz yerinde olacaktır. Hanın tarih boyunca günümüze kadar gelmiş genel yapısal özellikleri ve sonrasında günümüzdeki kullanılış amacı ile "Zazadın Hanı Yaşayan Kervansaray Müzesi" ile ilgili güncel bilgileri aktarmaya çalışacağım.
Hanlar ve Kervansaraylar Genel Bilgi
Yaklaşık bin yıl kadar önce teknolojinin, ulaşım araçlarının ve dijital dünyanın henüz var olmadığı bir dönemde bu görkemli yapılara ihtiyaç duyulmuştu. Önemli ticaret yolları üzerinde bulunan Anadolu’da, ulaşımın şimdiki kadar hızlı, güvenli ve konforlu olmadığı dönemlerdi. Bir şehirden başka bir şehire yapılan ticaret oldukça meşakkatliydi.
Hayvan gücünden faydalanılarak yapılan bu ticari seyahatler aylarca sürerdi. Yol boyunca kervanların ihtiyaçlarının karşılanması oldukça zordu. Her günün sonunda yolculuğun akşamında insanlar yalnızca kendilerini değil hayvanlarını da dinlendirmek, yemleyip sulamak zorundaydı. Ertesi günkü yola ne kadar hazır ve dinlenmiş olurlarsa, günlerce sürecek yol o kadar rahat ve hızlı olacaktı. Bir kervan yaz ya da kış, hava koşulları ne olursa olsun sonraki gün mutlaka yoluna devam etmek zorundaydı. Ama hava şartlarından dolayı genellikle kış aylarında İpek Yolu az kullanılırdı. Yolculuk doğal sebepler nedeniyle zorluydu, ancak kervanın yağmalamalara karşı güvenliğinin sağlanması da başlı başına ayrı bir durumdu.
İşte Türk mimarisinde han ve kervansaray olarak isimlendirilen konaklama yapıları, bu zorluklar sonucunda oluşan yapılardı. Yani kervansaraylar; kervanların konaklayabilmesi için ticari güzergâhlar üzerine inşa edilen yapılardı. Kervansarayın küçüğüne de "han" deniliyordu. Anadolu, bu yapıları sayesinde kıtalar arası ulaşımı sağlıyordu. Bu sayede, Anadolu’daki ticari faaliyetler aksamıyor, yol güvenliği ve çeşitli malların farklı bölgelere ulaştırılması sağlanıyordu.
Karahanlılar zamanında "ribat" adı verilen, korunma ve savunma amacıyla inşa edilen yapılardı. Konak, kasır, ordugâh ya da karakol şeklindeki bu yapılar, Türk mimarinde kervansarayların ilk örnekleriydi. Zamanla sınırların genişlemesiyle önceden sınır boylarında kalan ribatlar; iç bölgelerde kalmaya başladı. Böylece askeri açıdan önemini yitiren ribatlar, konaklama amacıyla kullanılmaya başlandı. Artık ticaret yolları üzerindeki belli başlı bölgelerde bulunan, yolcuların ve kervanların konakladığı yapılara yani kervansaraylara dönüşmüştü. Ribatların işlevlerinin değişmesinde İpek Yolu’ndan kaynaklanan kültürel mirasın da büyük etkisi vardı. Bu nedenle ribatlara kervansarayların atası diyebiliriz.
Kervansaraylar; Anadolu Selçuklu Dönemi’nde çoğalmış ve mimarileri de göz kamaştırıcı nitelikteydi. Türkler bu yapılara bambaşka bir yorum getirmişler ve Türk kimliğini yansıtmışlardı. Anadolu Selçukluları, yaptırdıkları kervansaraylarla Anadolu’yu süslemişlerdi. Yılın çoğu ayının soğuk geçtiği ve genellikle karla kaplı olduğu Anadolu coğrafyasında, ana menziller üzerinde arazi durumuna göre (20 ile 30 km.) her 30 kilometrede (bir kervanın yaklaşık bir günde katettiği yol) bir kervansaray bulunmaktaydı. Bu yapılar zamanında Anadolu’nun iktisadi ve ticari durumunu dengelemekte ve devletin bu konudaki siyasetini göstermekteydi.
Selçuklu sultanları kervansaraylara büyük önem vermekteydiler. Bu nedenle; Selçuklu Devleti, ticareti teşvik etmek ve kervanlarla İslamiyetin yayılmasını sağlamak amacı ile hanlar yaptırmıştır. Çünkü zengin ve gelişmiş ekonominin kaynağını; bir devletin varlığının sağlamlaşmasında temel unsur olarak görmekteydiler.
Aynı zamanda Türk hükümdarlar Türkiye’nin Sinop ve Antalya gibi giriş ve çıkış limanlarında ticari temasları kolaylaştırmak ve geliştirmek için bu şehirlere yüksek sermayeli tacirler yerleştirerek, yardımlarda bulunmuşlar ve desteklemişlerdi. Seyahatler esnasında herhangi bir sebeple zarar gören tüccarların zararları devlet tarafından karşılanmaktaydı. Bu uygulama Selçuklu Devleti’nin bir devlet politikası ve sigorta uygulaması yaptığının bir göstergesiydi.
Bu yapılar; Osmanlı Devleti zamanında iç güvenliği sağlamak amacıyla kullanılmışlardı. Sonraları deniz ulaşımın gelişmesi ve açık denizlerden Hint yolunun bulunması, uluslararası ticaret yollarının değişmesi sebebiyle kervansaraylar önemini yitirmeye başlamış ve kervansarayların yapımı gittikçe azalmıştı. Kervansaraylar bundan böyle tercihen şehirlerde inşa ediliyorlardı. Hac yolları da kervansaray yapımını etkilemişti. İstanbul-Mekke hac yolu güzergahındaki kervansaraylar, hac gayesi ile yola çıkanların güvenliğini sağlamak ve ihtiyaçlarını gidermek amacıyla yapılmışlardı.
Kervansarayların Sahip Olduğu Özellikler Nelerdi?
Kervansaraylar, kervanların konaklama ve dinlenme ihtiyaçlarını karşılayan, günümüzün otelleri diyebileceğimiz, o devirde Avrupa’da bile eşine rastlanmayan tesislerdi. Buralarda konaklayan kervanlar ve yolcular seyahat ettikleri hayvanlarıyla birlikte 3 gün ücretsiz konaklama imkanına sahiplerdi. Burada konaklayanlar yine 3 gün ücretsiz yemek ihtiyacını da giderebiliyordu.
Kervansaraylarda sağlık hizmetleri için bir sıhhiye ve tabipte bulunmaktaydı. Yine buralarda zengin-fakir, özgür-köle, Müslüman-Hıristiyan ayırımı yapılmaksızın hizmet verilmesi vakfiyelerde bildirilmekteydi. Bu nedenle kervansarayların geniş bir memur ve hizmetli kadrosu bulunmaktaydı.
Kervansaray yapılarının ebatları inşa edildiği güzergahın ticaret sıklığına, kervanların büyüklüğüne ve vakıf sahiplerinin maddi durumlarına göre değişiklik gösterebilmekteydi. Uzaktan bakıldığında tıpkı bir kaleyi andıran ve iç kısmına bakıldığında kafilelerin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir donanım ve yapısal özelliklere sahip olan bu yapıların; İslam aleminin yaşadığı bölgelerde bile bir benzeri yoktu. Türk kervansarayları kendine hayran bırakacak düzeyde detaylıca düşünülüp inşa edilmişlerdi.
Kervansaraylardaki bölümlere baktığımızda; yatakhaneler, aşhaneler, erzak ambarları, ticaret eşyalarının koyulabileceği depolar, yolcuların ibadet edebilecekleri mescidler, hamamlar, ahırlar, samanlıklar, nalbantlar yer almaktaydı. Ayrıca bu yapılarda yolcuların ayakkabılarını tamir etmek için kelikçi (ayakkabıcılar) da bulunmaktaydı.
Yolcular için tedavi imkanı da sunan bu kervansaraylar; eczaneye de sahipti. Ayrıca yolcuların handa konaklarken kültürel etkinlikleri de düşünülmüş, kütüphaneler, oyunlar alanları ve bu oyun alanlarına satranç takımları yerleştirilmişti.
Vakıf sahipleri kervansarayların bu masraflarının karşılanabilmesi için bağışlarda bulunuyorlardı. Kervansaraylarda verilen bu hizmetler ücretsizdi ve Anadolu’nun Türkleşmesinde de etkin rol oynamışlardı. Hanlar ve kervansaraylar; ticaret merkezleri oldukları kadar, dayanıklı surları ve demir kapıları ile birer kale niteliğindeydiler. Bu sayede hem han içerisindekilerin hem de han çevresinin güvenliğini sağlamaktaydılar. Moğol istilalarının yaşandığı bir dönemde bir Moğol komutanının bir Türk beyini 2 ay boyunca esir alamaması kervansarayların bu niteliğini tasdiklemektedir. Aksaray’daki Sultan Hanı’nı 20.000 askeri ile kuşatmasına rağmen bunu başaramamıştır. Baycu Noyan’ın Aksaray Sultan Hanı’nı kuşatması sonrasında Hz.Mevlâna’nın gördüğü bir rüya üzerine yazdığı bir şiir Divân-ı Kebir’de yer almaktadır.
Tarihte buna benzer örneklere çokça rastlanmaktadır.
Kervan Yolculukları Nasıl Yapılırdı?
Şehirlerde kervanların hareket günleri ve saatleri önceden planlanır ve duyurulurdu. Kervana katılmak isteyenler kervanı yönetenlere isimlerini yazdırırlardı. Uzun yol katedecek, uzak diyarlara gidecek kervanlar; yolları ve güzergahları iyi bilen, menzilleri ve konaklanılacak şehirleri iyi tanıyan, geçiş güzergahları üzerindeki yerel halkın yaşayış tarzını ve kültürlerini iyi bilen klavuzlar ile yola çıkarlardı.
Anadolu Selçukluları döneminde kervanlardaki mallar eğer çok değerliyse; Ticareti teşvik amacı ile kervanlara eşlik edecek, canlarını ve mallarını koruyacak askeri birlikler Selçuklu ordusu tarafından tahsis edilirdi. Sayıları bazen 200’e ulaşan bu askeri birliklerin başlarında "kervansalar veya kervanbaşı" bulunurdu. Bu koruma hizmetine karşılık tüccarlar; kervanbaşına "kervansalarlık" adı verilen bir ödenek verirlerdi.
Kervanlar; seyahatleri esnasında çıkış noktasından varış noktasına kadar, kervancıbaşının emirlerine uymak zorundaydılar. Anadolu Selçuklularının uyguladığı bir diğer güvenlik önlemi de yol güzergahı üzerinde sabit ve devamlı askeri birlikler ve kıtalar bulundurmalarıydı. Bu birliklerin başındaki komutana "Rahdar veya Tutgavul" denilmekteydi. “Yol muhafızı” anlamına gelen "Rahdar veya Tutgavul" adı verilen muhafızlar devlet tarafından görevlendirilmekteydiler. Hizmetlerinin karşılığında resmi olarak "bacrahdarlık veya tutgavulluk" denilen hizmet bedelleri ödenirdi. Kervan yolcuları atlar ve katırlar ile yolculuk ederlerdi. Mal ve eşyaları da develer ve katırlar üzerinde taşınırdı. Kervan yolcuları, şehirden şehire, menzilden menzile, kervansaraydan kervansaraya ulaşarak sonunda şehir ve beldelere varılırdı.
Türk kervanlarını ve kervansaraylarını, Türk şehirlerini gezen her Avrupalının hayranlıkla izlediği bu değerlerimiz, kültürel mirasımız her zaman topraklarımıza gelen yabancıların beğenisini almıştır. Bu gezginler, kervanlara katılarak zaman zaman yolculuk etmişler ve yol üzerindeki kervansaraylarda günlerce konaklamışlardır. Bu nedenle bu gezginlerin eserlerinde; kervan kafilelerine ve kervansaraylara ait harika tasvirlere, muhteşem gravür ve resimlere karşılaşmak mümkündür.
Zazadın Hanı’nın İsmi Nereden Gelir?
Hanın ismi; hanı yaptıran Selçuklu Devleti’nin baş mimarı, devlet sultanlarının sağ kolu Emir Sadeddin Köpek’ten gelir. Yaptırmış olduğu kervansarayın kitabesinden adının Köpek bin Muhammed, Lakabının Sadeddin olduğu anlaşılmaktadır.
Sadeddin ismi Arapça bir kelime olmakla birlikte; "Dinin mutluluğu, dini uğurlu-kutlu kılan" gibi anlamlar içermektedir. Köpek isminin Türkçe’de yaygın olmamakla birlikte isim olarak kullanıldığı, Artuklular’da bir Türk beyinin bu ismi taşıdığı ve bu adın kötü bir anlam içermediği “sadık” anlamında kullanıldığı bilinmektedir.
Bazı kaynaklardaki yazarların bahsettiğine göre; Arapça kitabede "Köpek" kelimesinin "B" harfi ile yazılmasından dolayı ismin "Kübek veya Köbek" şeklinde yazıldığı, bu durumun Arapçada "P" harfinin bulunmaması ile ilgili olduğu düşünülmektedir. "Zazadin" ismi; Sadeddin’in halk arasında söylenen bir şeklidir. O dönemde bölgede yaşayan Rumların da ismin zamanla değişmesinde rol oynadığı söylenir. Rumların Sadeddin ismini telaffuz edemeyip Zazadin olarak kullanmaları zamanla Zazadin Hanı denmesine sebep olmuştur.
Zazadın Hanı’nın Mimarı: Sadeddin Köpek
Zazadın Han’ın kitabesinde, hanın banisi olarak adı geçen "Muhammed oğlu Köpek", Anadolu Selçuklu Devleti’nin tarihindeki önemli devlet adamlarından birisi olan Sadeddin Köpek’tir. Kaynaklardan anladığımıza göre; kendisinin anlaşmalarda önemli rol oynayan bir TERCÜMAN, kendisine bağlı kuvvetleri idare eden bir KOMUTAN, yapı işlerini yöneten bir ORGANİZATÖR ve çevirdiği entrikalarla ünlenmiş zeki ve kurnaz bir DEVLET ADAMI olduğu anlaşılmaktadır.
Doğum tarihi ve yeri bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda; kendisinin Amasya’daki köklü bir aileyle ilişkili olabileceğine işaret eden ve babasının vakıf oluşturmuş varlıklı bir kimse olduğundan bahseden bilgiler mevcuttur. O dönemi anlatan kaynakların ifadelerine göre; 1238’deki ölümüne kadar, Selçuklu Devleti’nin en güçlü 2. adamı olmayı başarmıştır.
Sadeddin Köpek, Sultan Alaeddin Keykubad (1219-1236) ve oğlu Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in(1236-1246) saltanatı sırasında görev yapmıştır. Kaynaklardan her iki sultana da yakın, onların güvenini kazanmış bir emir olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim; İbn-i Bibi, Sadeddin Köpek’in Sultan Alaeddin Keykubad tarafından yazılıp imzalanmış bir ahidnameyi Erzincan Meliki Alaeddin’e teslim ettiğinden bahsetmektedir. Öte yandan; yukarıda bahsedilen devlet adamı kişiliğinin ötesinde, yok edici ve sinsi bir karakter olarak tarih kitaplarında yerini almıştır.
Bazı kaynaklar Sultan Alaeddin’in 1237’de verdiği bir ziyafet sonrasında tuhaf bir şekilde ölümünden, onu ve sultanın oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’i sorumlu tutmaktadır. Sadeddin Köpek’in, Sultan Alaeddin Keykubad’ın ölümünden sonra da konumunu muhafaza ettiği ve II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tahta geçirilmesinde önemli rol oynadığı bilinmektedir. Sultan Alaeddin, 3 oğlundan İzzeddin Kılıçarslan’ı veliaht ilan etmesine rağmen Emir Sadeddin’in yardımıyla Gıyaseddin tahta oturtulmuş, daha sonra da Sultan Gıyaseddin’in emriyle öldürülmüştür.
İbni Bibi’nin ifadelerine göre; Sadeddin, sultana istediği herşeyi yaptırabilmektedir. Bu sayede pek çok devlet adamını öldürtmüş, diğer vezirleri korkutup sindirerek, göz diktiği Selçuklu tahtına oturmak için güç kazanmıştır. Onun iftirası sonucunda Harzemşah ordusunun komutanı Kayır Han’ın hapsedilip öldürülmesi, Selçuklular ve Harzemşahlar arasında savaşa neden olmuştur. Sadeddin Köpek’in içinde yer aldığı veya bizzat sebep olduğu bu olaylar sonucunda, Sultan Alaeddin Keykubad’ın kurmuş olduğu barış ve birlik ortamı bozulmuş, tecrübeli devlet adamlarının ölümü ile devlet, yaklaşan Moğol tehlikesi karşısında güç kaybetmiştir. Öyle ki o dönemde önemli bir görevde bulunamayan, daha sonraki yıllarda Anadolu Selçuklu Devleti’nin kaderine tesir edecek olan emir Celaleddin Karatay, bu korkuyla görevini bırakıp bir köşeye çekilmiştir.
Emirlere olan davranışlarının aksine halka iyi davranmış, mazlumları cezalandırmış, özellikle ikta sahiplerinin çiftçilerden haksız vergi almalarını önlemiş, bu nedenle de halk tarafından sevilen, hoş sohbet ve cömert biri olarak bilinmiştir. Sadeddin Köpek’in sonunu getiren de sahip olduğu iktidar hırsı olmuştur. İbni Bibi’ye göre; Sultan II. Gıyaseddin Sadeddin Köpek’in tahta göz diktiğini geç de olsa fark etmiş, Sivas Subaşısı Emir Candar Hüsameddin Karaca’dan onu ortadan kaldırması için yardım istemiştir. 1238 yılında, Beyşehir Gölü kıyısında yer alan Kubad Abad Sarayı’nda düzenlenen bir şölen sonrasında Sadeddin Köpek, Hüsameddin Karaca ve diğer saray hizmetkarları tarafından öldürülmüştür.
Bunun yanında; Sadeddin Köpek’in Sultan Alaeddin Keykubad’ın iktidarında yapı işlerinde önemli roller üstlendiği anlaşılmaktadır. İbn-i Bibi’ye göre Sultan; Sadeddin Köpek’e Beyşehir yakınlarında Kubad Abad denilen yerde bir saray yaptırmasını emretmiş ve sarayın çizimlerini yaparak tarif etmiştir. Sadeddin Köpek buranın ve çevresinin düzenlenmesini sağlayarak kısa bir zamanda sultanın istediğine uygun güzel bir saray kompleksi yaptırmıştır. Sultanın emriyle yaptığı sarayda da öldürülmüş, ömrü son bulmuştur.
İbrahim Hakkı Konyalı "Konya Tarihi" kitabında Sadeddin Köpek’in akibetinin Zazadın Hanı’nın 3 saat güneyindeki hanın (Horozluhan) banisi Ruzbe’nin akibeti ile aynı olduğundan bahseder. Ruzbe gibi Sadeddin de feci şekilde öldürülerek cesedi bir kafes içinde Kubad Abad Kalesi’nin yüksek bir burcuna asılmıştır. Halka teşhir edilirken zinciri koparak yere düşen kafes, izleyenlerden birisini öldürmüştür.
Bu durumu köşkünden seyreden II. Gıyaseddin Keyhüsrev bunu görünce: "Vay uğursuz alçak, ölümünden sonrada kan döküyor." diye bir ifade kullanmış, bu sözler de tarih kaynaklarına geçmiştir. Sadeddin Köpek Sultan I. Alaeddin Keykubad’ın tercümanı idi. Sonra av emiri ve mimarı olmuştu. Sadeddin Köpek, aynı zamanda kuvvetli bir kumandandı. Şam askerleriyle yapılan savaşta Türk askerlerinin sol kanadından sağ kanadına geçmesi ile savaşın akıbetini Türklerin lehine çevirmişti.
Parmağında hükümdarın yüzüğü olduğu halde divana kadar girerek ihtiyar vezir Şemseddin Altunaba’nın aksakalından tutmuş ve dışarıya aldırdıktan sonra kafasını koparmıştır. Kardeşlerinin anası Melike Adilliye’yi Ankara Kalesi’nde yay kirişi ile boğdurmuştur. Köpek, yine bir gün Ankara’ya giderek Taceddin Pervane’yi de beline kadar toprağa gömmüş ve taşlatarak öldürtmüştür.
Bu üç teşebbüsten sonra Köpek, bütün emirleri korkutmuştur. Köpek; iktidar mevkinde kontrolsüz kalınca Fatihlik hisleri de durdurulamaz hale gelmiştir. Samsat Kalesi’ni alarak, emri altında çalışanları ihsanlara gark etmek sureti ile onları kötü gayeleri için kolayca kullanabilmekteydi. Büyük filozof ve siyaset adamı Kemaleddin Kamyar’ı Konya’nın Gevale-Takkeli Dağ Kalesi zindanlarında boğdurtmuştu.
Köpek’in gazap ve kin ateşi gittikçe artmıştı. Zulmü ve işkence derecesi arttırmaktaydı. Selçuklu Sultanı, yurt büyüklerinin böyle birer birer bahane ile öldürülmelerinden üzüntü duyuyordu. Köpek bunu sezdiği için Sultan’ın yalnız kaldığı zamanlarda bile yanına daima boynunda asılı kılıcı ile girip çıkıyordu. Sultan bu vaziyetinden de şüphelenmeye başlamıştı. Gizlice Sivas’tan Candar Karaca’yı istetti. Köpek; Karaca’dan çekinirdi. Karaca; Keykubadiye Sarayı’na gideceğine doğruca Köpek’in köşküne gitti. Köpek onu görünce: "Sultanla görüşmek için mi geldiniz!" dedi. Karaca cevap verdi: "Ben Emirlerin Meliki’nin izni olmadan nasıl sultanın huzuruna varmaya cesaret edebilir ve kendimi sultanın yakınları arasında sayabilirim. Bundan böyle sığınacak ve yardım dileyecek bir makam olarak ancak Emirlerin Meliki’ni tanırım!" dedi. Karaca; bu idaresi ile Köpek’in şüphelerini gidermişti. Köpek, onu içki sofrasına alıkoydu. Misafir etti.
Sabahleyin saraya götürerek hükümdara takdim etti. Hükümdar; Karaca ile yalnız kalınca arzusunu açtı. Köpek’in öldürülmesi için sarayda bir içki sofrası kurulması ve oraya Köpek’in de davet edilmesi kararlaştırılmıştı. Sultan; Emir Candar’ın şerefine içti, o da kadehini boşalttı. Hazırlanan plana göre bir ara Candar; ihtiyaç gidermek bahanesi ile dışarı çıkmış, Köpek’i beklemişti. Köpek geldiğinde, ona hürmet gösterir gibi ayağa kalkmıştı. Yanından geçerken çomağını başına indirmek istemiş, Emir-i Alem kılıcını sıyırarak Köpek’e hücum etmiştir. Köpek; can acısı ile kendisini sultanın şaraphanesine atmış, Şarapdarlar da onu kana bulanmış bir halde görünce hepsi üstüne kılıç vurmuşlardır. Canını cesedinden ayırmışlar, cesedini de Kubad Abad Sarayı’nın burcuna asmışlardır.
Yine İbn-i Bibi ve İ. Hakkı Konyalı’nın bahsettiğine göre; Sadeddin Köpek’in annesi Konya eşrafından birinin kızı idi. Adı Şehnar idi. Merhum Hükümdar Alaeddin Keykubad’ın babası I. Keyhüsrev vaktiyle bu kadının zehirli kaküllerinin cazibesine tutulmuş, onu mecnun gibi sevmişti. Şehnar’ı bir gece gizlice onun halvetine götürmüşler, sonra naz ve ikramlarla geri getirmişlerdi. Bunu Şehnar’ın nenesinden başka kimse bilmiyordu.
Şehnar; Sadeddin Köpek’in babasına verildiği zaman iki aylık gebe idi. Kurnazlıkla ve hile ile günahını gizleyebilmişti. Yedi ay sonra Köpek’i doğurmuştu. İbn-i Bibi bunu anlattıktan sonra der ki: “Ben dünyaya geldiğim zaman hafızalara yerleşmiş olan bu karmaşık macerayı anlatırlar ve onun Selçuk soyundan gelmiş olduğunu söylerlerdi. Hayatının bu çetrefilli ve maceracı durumuna karşın Köpek; çok zeki ve hünerli biri idi. Mimarlıktaki kudreti her hünerinin üstünde idi. Zazadın Hanı bunun yaşayan bir delilidir.”
Zazadın Hanı Kervansarayı (Sadeddin Köpek Han) Özellikleri
Zazadın Hanı; 1236-1237 yıllarında yapımı tamamlanmış, avlu etrafında servisler ve barınak kısımlarından oluşan bir Anadolu Selçuklu kervansarayıdır. Konya şehir merkezinin 22 km. kadar kuzeydoğusunda Tömek Köyü civarında bulunmaktadır. Orta Anadolu’nun şah damarını teşkil eden tarihi ana yol üzerindedir. Cephe uzunluğu itibariyle Aksaray Sultan Hanı'ndan sonra 2. en uzun cepheye ve tüm kervansaraylar arasında en uzun giriş cephesine sahiptir.
İbrahim Hakkı Konyalı, Konya Tarihi kitabında; Karaman ilinin ova denizinde Selçukiler’in ve Karamanoğulları’nın başşehri ve medeniyet merkezi olan Konya’ya doğru yol alan muhteşem ve muazzam bir yapı olduğundan bahseder. Hatta bir de civardaki bir diğer göz alıcı han ile kıyas yaparak; fener kulesini geminin kısa ve kalın bacasına benzettiğini dile getirir.
Konya ve çevresinde halk dilinde "Zazadın’ın yapısı, Sultan Hanı’nın kapısı" şeklinde yaşayan ve vecizeleşen bu söz bize bu mimari tarih yadigarının yapısındaki eşsizliğini göstermeye yeterlidir. Evliya Çelebi’de Seyahatnamesi’nde benzer ifadeler kullanmıştır. Aslında insanlar, geçmişten bu yana kervansarayın gözleri ve gönülleri büyüleyen muazzam ve heybetli yapısı ve duruşu karşısında duydukları heyecan ve hayranlığı bu şekilde dile getiriyorlardı.
Han, 104 metrelik yüzünü Konya Ovası’nın sonsuzluğuna çevirmiştir. Bu boşlukta kışın kar fırtınaları, yazın seraplar donduran ve yakan iradelerini sürdürmüşlerdir. Donan ve kavrulan kervanlar, yolcular ve askerler, mevsimine göre bu hanın kucağında sıcak bir hava veya dinlendiren bir vaha serinliği bulmuşlardır. Zazadın Hanı kapıları üzerinde bulunan kitabelere göre hanın inşa süreci ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Bu kitabelerden biri yapının avlulu kısım taçkapısında, diğeri ise barınak kısmının taç kapısında yer almaktadır.
Avlulu kısım taç kapısındaki kitabede; II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, emiri Muhammed oğlu Köpek tarafından 1237 yılında tamamlandığı bildirilmektedir. Barınak kısmındaki taç kapıda bulunan kitabedeki bilgilere göre; Zazadın Han’ın Muhammed oğlu Köpek tarafından yaptırıldığı yazmaktadır. Ayrıca barınak kısmının inşaatı 1236 yılında Sultan Alaeddin Keykubad döneminde, avlu ve servisler kısmının inşaatı ise 1237 yılında Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde tamamlandığı ifade edilmektedir.
Batıdan doğuya gidildikçe, kuzey kanadından dışarıya doğru kademelidir. Avlulu kısmın kuzey ve güney kanatlarının batı ve doğu bölümlerinde yer alan, toplam 4 adet yarı açık mekan mevcuttur. Güney kanadın batısındaki mekan 3, her iki kanadın doğu bölümündekiler ise dörder adet neften oluşur. Giriş holü hariç, tüm yarı açık mekanların zeminleri sekilerle avlu zemininden yükseltilmiştir. Kapalı mekanlar, tek kapalı mekanlar ve üçlü kapalı mekan grupları olarak iki şekilde düzenlenmiştir.
Genelde dikdörtgen planlı ve çift merkezli kemer profiline sahip bir tonozla örtülü mekanlardır. Kapalı mekanların, hemen hepsinde bulunan kapılar çoğunda mevcut olan pencereler ve bazılarında tonozların üst kısmında bulunan küçük açıklıklar haricinde bir mimari eleman bulunmamaktadır. Handa giriş holünün her iki yanında birer adet, kuzey ve güney kanatların orta bölümüne birer adet, doğu kanadının kuzeyinde iki, hanın güneydoğu köşesinde bir adet tek kapalı mekan bulunmaktadır. Hanın güneydoğu köşesindeki mekanın üzeri, diğer kapalı mekanların aksine bir haç tonozla örtülmüştür.
Güney kanadın orta bölümündeki bir, doğu kanadının kuzeyindeki iki mekan hariç tüm kapalı mekanların kapıları avluya açılmaktadır. Bu 3 mekanın kapıları ise, öncekilerin tersine, kendisine komşu olan yarı açık mekanlara açılmaktadır. Üçlü kapalı mekan grupları, sıra sıra dizilmiş, bir orta mekan ile buna açılan kapıları olan iki yan birimden oluşmaktadır. Ortadaki mekanın kapısı ise avluya açılır.
Bahsedilmesi gereken bir diğer kapalı mekan ise giriş holünün üstünde yer alan Mescid’dir. 17 taş basamaklı bir merdivenle mescide çıkılmaktaydı. Güney duvarında dikdörtgen çerçeveli yarım sekizgen planlı bir mihrap yer almaktadır. Hanın eski fotoğraflarından, mescidin merdiveninin bittiği noktada kapısı ve yanında bir adet dikdörtgen biçimli penceresi olan, yıldız tonozla örtülü bir mekan olduğu anlaşılmaktadır. Bu mescid, yapı içindeki konumu ve ulaşım biçimi itibariyle Avanos yakınlarındaki Sarı Han’ın mescidine benzemektedir.
Mescidin tam karşısında yer alan 20 basamaklı taş merdivenle hanın üzerine çıkılmaktadır. Hanın gözlemcilerinin kullandığı bir unsur olarak bilinmektedir. Yapının en büyük kapalı mekanı olan barınak kısmı avluya göre batıda yer alır. Barınak kısmı taç kapısından girilen mekan, orta kısımda doğu-batı doğrultusunda uzanan çift merkezli kemer profiline sahiptir. Altışar adet yan neften oluşmaktadır. Bu 6 nefin araları hem kuzeyde hem de güneyde ikişer adet kemerli açıklıkla bölünmüştür. Orta nefin tonozu dışı piramidal içi yarım daire şeklinde çift cidarlı (çeperli-duvarlı) olduğu anlaşılan kubbeyi taşımak için yapılmış, köşelerinde içi mukarnaslı tromplara (bir yapının bir bölümünü tutan köşe kubbesi) sahip bir geçiş bölümü yer almaktadır.
Bu geçiş bölümünün tromplarının arasında 4 adet mazgal pencere mevcuttur. Bu pencereler haricinde, doğudan ikinci, dördüncü ve altıncı yan neflerde birer adet olmak üzere, mekana ışık ve hava girişi sağlayan 6 mazgal pencere daha mevcuttur. Ayrıca dördüncü ve beşinci kemerlerin üzerinde hanın muhteşem fenerliğinin yükseldiği görülmektedir. Barınak kısmı zemininin 3 ayrı katta düzenlendiği anlaşılmaktadır. En üst kat, orta kısımda yer alan ve batı duvarına bitişik olan sekidir. Sekiden aşağı katta, onu 3 bölüme ayıran ve plan itibariyle "T" şeklinde dar bir geçit bulunmaktadır. En alt katta platformu kuzeyden, güneyden ve doğudan çevreleyen ahır kısmı yer almaktadır.
İnşaat süreci değerlendirildiğinde; avlulu bölümün ve barınak bölümünün kitabelerinden ve yapıdaki izlerden, yapının iki etapta inşa edildiği anlaşılmaktadır. Barınak kısmı 1236 yılında Sultan Alaeddin Keykubad döneminde, avlulu kısım ise 1237 yılında Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde tamamlanmıştır. Yapının inşaatında, kullanılan taşların şekillerinden, üzerlerindeki harçlardan ve kitabelerden, bu taşların çoğunun, Roma ve Bizans yerleşimlerinden temin edildiği anlaşılmaktadır.
Kullanılan taşların türü, bej renkli traverten, koyu kahverengi-gri renkli volkanik tüf, beyaz mermer ve gri mermerdir. Taş malzeme olarak kesme taş, kaba taş ve moloz taş kullanılmıştır. Avlu ve servisler kısmının güneydoğu köşesinde yer alan kapalı mekanın tuğla kullanılarak inşa edilmiş olan haç tonozu ise istisnadır. Hanın olukları taştandır. Hanın içinde yer yer küçük çini parçalarına da rastlanmaktadır.
Almaşıklı taş kullanımının sağladığı görsel zenginlik dışında, tasvirli, zengin süsleme ögeleri görülmez. Süsleme unsurları ağırlıklı olarak taçkapılarda toplanmıştır. Her iki taçkapının ve kitabenin çerçevelerinde zencerek motifleri, soyut bitkisel bezemeler ve geometrik bezemeler yer almaktadır. Bunun haricinde barınak kısmında kubbe kasnağında ve avlu duvarının üzerini çepeçevre dolaştığı anlaşılan silmede taçkapıdakine benzer geometrik bezemeler mevcuttur. Mihrap ve merdiven basamakları ise diğer süslemeli unsurlardır. Merdiven basamaklarının ise; sağlam kalan örneklerinden, basamakların altlarının mukarnas benzeri bir dizgide oyulmuş oldukları görülmektedir.
Ayrıca hanın genel yapısında Yunanca yazılar bulunan farklı amaçlarda daha önceki dönemlerde kullanılmış ve yıkılmış yapı kalıntıları devşirme malzeme olarak kullanılmıştır.
Zazadın Hanı; içerisinde devamlı olarak eczacı, nalbant, hekim, baytar bulundurulan bir handı. Bu kişiler, Selçuklu Devleti tarafından görevlendirilirlerdi. Aynı zamanda Selçuklu Devleti’nin özel orduları da hanlarda hazır bulundurulurdu. Bu askeri birlikler ticari kervanları korumakla görevlendirilirdi. Hanın kapısından giren tüm tacirler Selçuklu Devleti güvencesi altına alınırdı. İpek Yolu’ndan gelen kervanlar; konaklama ve ticaret amacıyla geldikleri hanlarda, kapısından girdiği andan itibaren malı ve canı devlet güvencesi altına alınmaktaydı. Şuan tüm dünyada kullanılmakta olan sigorta sistemi Selçuklu Dönemi’nde ticareti teşvik etmek amacıyla 13. yüzyılda bu kervansaraylarda başlamıştır.
Zazadın Hanı Kervansarayı Yaşayan Müzesi
Zazadın Hanı’ın ilk restorasyonu 2007 yılında Selçuklu Belediyesi tarafından yaptırılmıştır. Büyük ve ihtişamlı bir açılışla bu büyük kültürel mirasımızın kapılarını turizmcilere ve ziyaretçilerine açmışlardır. İkinci olarak 2019-20 yılı tadilatı kapsamında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyonda ise kubbe sökülerek orjinal taş kubbe şeklinde yeniden aslına uygun bir biçimde düzenleme yapılmıştır.
Selçuklu Belediyesi’nin ilk girişimleri ile Han tamamen yok olmaktan kurtulmuş, özel organizasyon ve etkinlikler yapılarak han meraklılarına sunulmuştur. Şu an Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan bu Han; 2019 yılında yapılan ihale ile özel bir işletmeciye teslim edilmiştir. Böylece Han turizme kapılarını açmıştır.
Uluslararası boyutta sesli, görüntülü, basılı yayıncılık alanında bir Kültür ve Turizm yayıncısına emanet edilip turizme açılması da ayrıca önem arz etmektedir. Kısa sürede hanın bütün bölüm ve odaları aslına uygun şekilde kullanılır hale getirilmiştir. Özüne uygun otantik dönem eşyaları ile döşenip hanın kapıları ziyaretçilere, gezginlere ve turistlere açılmıştır.
Ege’den ve Akdeniz’den gelen kervanların buluşma noktası aynı zamanda lojistik merkezi olarak önem arz eden bu han; şimdilerde eski dönemlerin hasreti ile yaşayan, o dönemlere yolculuk etmek ve tarihin yıllanmış taşlarına yaslanmak için gelen turistlere kucağını açmaktadır. Ticaretin o dönemde en yoğun yapıldığı bu han içerisinde gezerken, geçmişte hana gelen kervanların yolcularının yemek yedikleri alanı, oturdukları sediri, kahve içtikleri fincanları görebilir ve sizlerde hanın bu güzel ortamında bu fincanlardan kahvelerinizi yudumlayabilirsiniz. Konyalı esnafların tacirlerden mal alıp Konya merkezde satış yaparak ticaret oluşturdukları bu önemli yapıda; sizlerde tarihi, evlerinizde yaşatmak isterseniz burada satışı yapılan ürünlerden faydalanabilirsiniz.
Konya’da Ahiliğin meşalesinin yandığı yer olan Zazadın Hanı’nda gezerken, ünlü tacirleri hanın içerisinde gezerken hayal edebilirsiniz. Ahi Evran’nın Konya’da yaşadığı dönemlere rastlayan ticaretin merkezi durumundaki kervansaray, eminim sizi 800 yıl öncesine götürecek ve yeni ufuklara yelken açmanıza yardımcı olacaktır. Handa bulunan kostümlerden giyerek sizde bu atmosferi yaşayabilir, Duvarlardaki taşlara dokunarak 800 yıl öncesindeki tarihe yerinde dokunabilirsiniz.
Dönemin önemli zatlarının gelip konakladığı Zazadın Hanı’nda, değişik amaçlarla kullanılan odalar bulunmaktaydı. Müzeye çevrildikten sonra da orijinal özellikleri ve işlevlerine göre düzenlenmiş ve aslına uygun orijinal eşyalarla döşenmiştir.
Sizlere Yaşayan Kervansaray Müzemizin odalarından ve bölümlerinden bahsetmek istiyorum.
* Hanın ana giriş kapısı yani taçkapısından girdiğinizde açık avlu (Meydan) sizi karşılamaktadır. Sol kolunuzun üzerindeki ilk oda HANCIBAŞI odasıdır. Bu oda eski dönemlerde hanın idaresinden sorumlu kişi yani yöneticisi tarafından kullanılmaktaydı.
* Hanın taçkapısının sağındaki ilk oda ise HANCI odasıdır. Hancı, hana giren çıkan yolcuları kontrol ederdi. Gündoğumu ve günbatımında hanın açılış ve kapanışını yapardı. Handa kalanların kayıtlarını tutar, 3 günden fazla kalan yolcuların konaklama bedellerini talep ederdi. Ticaret yapanların yaptığı ticaretin öşürünü (bedelini) (vergi) alırdı.
* Girişin sağ tarafında bulunan odalardan biri de DERVİŞHANE’dir.
Zazadın Hanı; dönemin önemli za’tlarından Hz. Mevlana, Şems-i Tebrizi, Celaleddin Karatay, Sadreddin Konevi, Ahi Evran gibi önemli şahsiyetlerin uğrayıp konakladıkları bir kervansaraydı. Han’ın İpek Yolu güzergahında olması, bu hana bu denli önemli kişilerin uğramasına vesile olmaktaydı. DERVİŞHANE şuan kervansaray müzede bir oda olarak teşhir edilmektedir. Aynı zamanda bu za’tların; istirahat, tefekkür ve sohbetler ettikleri, yukardan gelen ışık hüzmesinin posta ve rahleye yansıdığı görkemli ve gizemli özel bir odadır. Şuan odada Mevleviliği temsilen Destar-ı Şerif, post, rahle, mesnevi, ney, poşu, derviş asası, derviş tesbihi, abdest almak için kullandıkları ibrik(ıbrık) ve leğeni, sandık gibi özel eşyalar sergilenmektedir.
* Hancı odası ile dervişhane arasında 2’li açık revak bulunmaktadır. Önünde yüksekçe bir seki yer almaktadır. Burası zamanında teşhir yeri olarak kullanılmıştır.
* Dervişhaneden çıktıktan sonra 4’lü açık revak bulunmaktadır. Yine avlu tarafı seki ile yükseltilmiştir. Gelen kervanların kervanlarındaki ürünlerinin satışları için kullanılmıştır.
* Bu alanın devamında zamanında bulunan TOPLANTI ODASI şuan başka bir amaçla kullanılmaktadır. Tavan yapısındaki tonozların farklılığından anlaşıldığına göre toplantı odası olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Şuan gelen ziyaretçilerin ihtiyaçlarını gidermeleri için kullandıkları bir bölümüdür. (WC).
* Bitişiğinde Sadettin Köpek’in makamı olan MAKAM ODASI (KABUL ODASI) bulunmaktadır. Bu oda 3 bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde kabul makamı, sağında çalışma odası, solunda yatak odası yer almaktadır. Kabul odasında icazet minderi ve makam koltuğu bulunmaktadır.
Çalışma odasında hanın mimari çizimi ve çalışma masası, emirin yatak odasında yer yatağı ve eşya dolabı, sandık ve ahşap bavul gibi döneme ait eserler bulunmaktadır.
* Eskiden makamın yaverinin kullandığı alçak kapılı oda; şuan KİLİMHANE olarak teşhir edilmektedir. Eski kilim dokuma tezgahı, ip eğiren büyük makara (Çark), eğirtmeç gibi eşyalar sergilenmektedir.
* Kilimhanenin bitişiğindeki yazlık bölüm olan açık alan, eskiden makamın at bağlama alanı olarak kullanılmaktaydı. Bu bölümde duvarlardaki devşirme taşları inceleyebilirsiniz. Şimdi ise yiyecek içecek servisinin yapılabileceği bir sunum alanı olarak kullanılmaktadır. Şu an boş.
* Diğer odaya geçiş bölümünde 4 revaklı yazlık açık bölüm bulunmaktadır. Bu alanın sekisi alçaktır. Şuan ziyaretçilerin dinlenebileceği sedirlik olarak kullanılmaktadır.
* Devamında TARIMHANE odası yer almaktadır. Eski döneme ait tarım aletlerinin sergilendiği bir teşhir odası olarak kullanılmaktadır. Düven, karasaban, yaba, taş değirmen gibi eski tarım aletleri sergilenmektedir. Tek parça ağaç kovuğundan oluşan saklama kabı olarak kullanılan kovanlar (Tahıl kileri), ayrıca bir de ahşap kantar-tartı bulunmaktadır.
* Bitişiğinde 3’lü revak yer almaktadır. Yüksek seki ile bölünmüştür. Eskiden burası tacirlerin mallarını teşhir etmek için kullandıkları bir bölümdü. Yine aynı amaçla kullanılmaktadır.
* Bir diğer oda; handa ikamet eden bir bayanı temsilen SULTAN ODASI olarak teşhir edilmiştir. Üç bölümden oluşmaktadır. Burada Beşik, senit, sandık, tef, elişi örme ve faklı özel objeler sergilenmektedir. Sağda yatak odası yer yatağı, içlik, gömlek gibi ürünler sergilenmektedir, solda hamam bulunmaktadır.
* Sultan odasının üzerinde yer alan 20 basamaklı merdivenle çıkılan GÖZCÜ ALANI yer alır. Gözcüler burada nöbet tutarlar, gelen gidenleri takip edip, muhtemel saldırılara karşı tetikte durup hanın güvenliğini bu şekilde sağlamaya çalışırlardı.
* Ana girişin sağlandığı taçkapının solunda, o dönemde her dine mensup olan kişilerin kullandığı ortak bir ibadethane vardı. Şu anda MESCİD olarak kullanılmaktadır. 17 basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Mihrap orijinal halde günümüze ulaşabilmiştir. Şu anda da aslına uygun olarak ibadet edilen bir alan olarak kullanılmaktadır.
* Mescid ile gözcü kulesinin arasında yer alan, Selçuklu yıldızı motifli, siyah ve beyaz taşlardan oluşan, büyük ihtişamlı bir taç kapıdan girilen bir KAPALI (KIŞLIK BÖLÜM) bulunmaktadır. Taç kapıdan girdikten sonra ortada T şeklinde uzunca bir yürüyüş yolu ve sağa sola ayrılan bölümler yer almaktadır. Bu alan içerinde hana gelen kervanların ve orduların konakladığı sağlı sollu yükseltiler bulunmaktadır. Bu yükseltilerin kenar boşluklarında atları ve develeri bağladıkları bölüm yer almaktadır. Kenar pencerelerden ve kubbeden aydınlanma ve havalandırma sağlanmaktadır. İç kapı ve dış kapının arkasında baskın ve saldırılarda güvenlik için özel olarak hazırlanmış, 5 metre uzunluğunda ahşap veya demirden sürgüler için sürgü yerleri bulunmaktadır.
Bu han; asıl olarak 27 oda, mescid, ambar, depo, hamam ve ahırlardan oluşmaktadır.
Hanın Yapımında Kullanılan Devşirme Malzemeler
Devşirme malzeme; mimari yapılarda, daha önceki dönemlere ait atıl durumda olan yapılardan alınarak yeniden kullanılan yapı malzemeleridir. Yapılarda kullanım nedenleri değişmekle beraber, burada atalarımızın İslam’ın hoşgörüsünü, diğer dinleri kabullenişini ve kucaklayışını yansıtmak için kullanılmıştır. Ayrıca yapının inşasının bulunduğu yerde yapı malzemelerinin bulunmayışı, buraya getirilmesinin, taşınmasının o günün şartlarında zor oluşu nedeni ile tercih edilmiştir.
Özellikle büyük alanlı yapılarda materyal gereksiniminin fazla olması nedeniyle, yakın çevrede bulunan ve kullanımda olmayan eski yapıların malzemeleri tercih edilmiştir. Bu handa, 189 adet devşirme malzeme kullanılmıştır. Burada kullanılan devşirme malzemeler Roma ve Bizans döneminden kalan kalıntılardır. Bazı malzemelerde Yunanca kitabeler yer almaktadır. Bazıların da ise üzüm kabartması ve akant yaprakları görülmektedir.