İznik'te yapılan konsiller hangileriydi? I. İznik Konsili'nde Neler Tartışıldı? I. İznik Konsili'nin İşleyişi-Sonuçları Neydi? Ariusçuluk nedir? Ariusçular neyi savundular ve neden aforoz edildiler?
I. İZNİK KONSİL TOPLANTISI VE ARİUSÇULUK
İznik Marmara Bölgesi'nin güneydoğusunda, Gemlik Körfezi'nin doğusunda ve Bursa ilinin kuzey doğusunda kalan küçük bir ilçesidir. İznik antik çağdaki adı Askania olan İznik Gölü kenarında kurulmuştur. Günümüz Hristiyanlığının temellerinin atıldığı iki evrensel toplantıya ev sahipliği yapmış olması ve Anadolu’da Türklerin ilk başkenti olması özelliği ile büyük önem taşımaktadır.
El sanatları konusunda da çok değerli olan İznik, çini konusunda en ileri gelen yerlerden biridir. İznik, yaz-kış demeden bereket saçan toprağı, kendine özgü iklim yapısı ve zeytin ağaçları ile kuşatılmış İznik Gölü (Askania Gölü) gibi doğal güzellikleri sebebiyle tarihin her döneminde insanlığın ilgi odaklarından biri haline gelmiştir.
İznik’in tarih öncesi çağlardan günümüze sürekli iskân gördüğünü ve çok eski bir tarihte kurulduğunu yörede bulunan bol miktardaki höyüklerden anlamaktayız. Bu kesintisiz iskân faaliyetinden geriye kalan oldukça değerli yapılar günümüzde sakin ve küçük İznik şehrini açık hava müzesi kılmaktadır. İznik taşıdığı dev tarihi değerlerine rağmen sessiz ve mütevazı kalmış bir şehrimizdir.
Bu makale öncelikle İznik şehrinin tarihine, Hristiyanlığın temel iman esaslarının belirlendiği İznik toplantısına, ayrılıkçı bir görüş olarak toplantıda ortaya çıkan Arisçuluk akımına ve toplantının işleyişine ışık tutmayı amaçlamaktadır.
1. İZNİK (NİCAEA)’İN KISA TARİHİ
İznik’i 4970 mt. uzunluğunda sur duvarları çevreler. Bu sur duvarları üzerinde 4 adet ana, 12 adet tali giriş çıkış kapıları bulunmaktadır. Şehrin ana giriş-çıkış kapıları Kuzey’de İstanbul Kapı, Doğu’da Lefke Kapı, Güney’de Yenişehir Kapı, Batı’da ise Göl Kapı’dır. İstanbul kapı ile Yenişehir kapı arasında kalan ana cadde Atatürk Caddesi, Göl Kapı ve Lefke Kapı arasında kalan cadde ise Kılıçarslan caddesidir. Bu iki caddenin kesim noktasında şehrin büyük ibadethanesi İznik Ayasofya’sı yer almaktadır.
Resim 1: İznik şehrinin Hippodamus sistemine göre şehir planı ve çift sıra sur duvarlarının illüstrasyonu. Kaynak: Cüneyt Şenyavaş fotoğraf arşivi.
İznik, Büyük İskender’in kumandanlarından I. Antigonius Monophthalmus tarafından MÖ. 316 yılında “Antigonia” adıyla kurulmuştur. General Antigonius ve Bergama Kralı General Lysimachus egemenlik sahalarını genişletmek için mücadeleye girişirler. MÖ. 301 yılında yaşanan İpsos savaşı ile Lysimachus Antgonius’u mağlup ederek şehrin yönetimini eline alır. O dönemin geleneklerine göre Lysimachus şehre -yakın zamanda kaybettiği- sevgili eşinin adı olan “Nicaea” ismini verir.
MÖ. 72 yılında bölgede Roma hâkimiyeti başlayınca Nicaea (İznik) ve Nicomedia (İzmit) şehirleri arasında büyük şehir olma konusunda rekabet başlıyor. MS. 1 ve 2. yüzyıllar arasında yaşanan depremler ve Goth yağmaları ile şehir harap olsa da İmparator Hadrian şehri yeniden imar eder, şehir askeri ve yönetimsel bir garnizon haline gelir.
MS. 325 yılına gelindiğinde Hristiyanlık inancı açısından önemli olan I. Ekümenik İznik Konsil toplantısı bu şehirde toplanır. Kristolojik tartışmalar ana gündem maddesi olarak konuşulmuştur. Günümüzde nerede olduğu tam bilinmeyen İznik İmparatorluk Sarayında toplantının gerçekleştiği düşünülmektedir.
MS. 330 yılında İmparator I. Konstantin kendi adı ile andığı Konstantinopolis şehrini başkent olarak kurar. Sonrasında gelişen süreçte Roma imparatorluğunun 476 yılında doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılmasıyla İznik sonradan Bizans adıyla anılmaya başlayacak olan Doğu Roma İmparatorlu'ğunun sınırları içerisinde kalmıştır. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde İznik şehrinde kiliseler, sarnıçlar ve suyolları inşa edildi.
MS. 787 yılında II. Ekümenik İznik Konsil toplantısı kiliselerde ikona sorununun çözümü gündemiyle toplanmıştır. İkonaların kiliselerde serbest bir şekilde yer almasına izin verilen konsil İznik Küçük Ayasofya binasında toplanmıştır.
1075 yılında Selçuklu Devleti Sultanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah Nicaea’yı ele geçirerek ismini “Nicaea’nın İzi” anlamına gelecek şekilde “İz-Nikaea” (İznik) olarak değiştirmiştir. Bununla yetinmeyip 1080 yılında devletin yeni başkenti olarak tasavvur ettiği Konya’dan İznik’e taşımıştır.
İznik bu şekilde 17 yıl Türk hâkimiyetinde kalmıştır. Bu 17 yıllık Türk hâkimiyeti sürecinde bölgeye Karamanlı Türkleri olarak literatürde yerini alan Türkçe konuşup, Grekçe alfabe kullanmış, aynı zamanda Hristiyanlık inancına mensup olan Türk gruplar iskân edilmişlerdir. İlk Türk hâkimiyeti bu şehirde kısa sürdüğü için bu döneme ait tarihi bir yapı inşa edilememiştir. 1097’de gerçekleşen I. Haçlı Seferi esnasında İznik tekrar el değiştirmiştir. Süleyman Şah’ın oğlu I. Kılıçarslan şehrin hâkimiyetini Bizans’a kaptırmıştır.
MS. 1204 yılında IV. Haçlı Seferi sonrasında Constantinopolis’in Latinlere karşı düşmesi, yağmalanması ve değerli eşyalarının Avrupa’ya kaçırılması neticesinde Bizans’tan kaçan hanedan üyeleri İznik (Nicaea) ve Trabzon (Trapezon) merkezli iki imparatorluk kurmuştur. İznik (Nicaea) Rum ve Trabzon (Trapezon) Rum İmparatorluğu. İznik Rum İmparatorluğu, Dördüncü Haçlı Seferi felaketinden sonra 1261 yılında Bizans İmparatorluğu’nu yeniden canlandıran devlet olmayı başarmıştır. Bunun sonucunda İznik tekrar Bizans şehri haline gelmiştir.
İznik’te ikinci Türk hâkimiyeti 1331 yılında Osmanoğulları hanedanından Orhan Gazi zamanında gerçekleşmiştir. Osmanoğulları’nın uzun süren muhasarasından yorgun ve bitap düşen şehir halkı İznik tekfuru önderliğinde şehri Orhangazi’ye teslim etmişlerdir.
Orhan Gazi şehre girdiğinde uzun süren savaşlardan dolayı erkek nüfusun yok olduğunu görmüş, meskenet içerisinde yaşayan kadın nüfusunu müşahede edince âdeti olmayan bir emir vererek İznik kadınlarının ordu kumandanları ile nikâh edilmesini ferman buyurmuş ve bu durum İznik şehrinin -yanı başında bulunan Bursa ve Yalova şehirlerine- nispeten daha hızlı bir şekilde İslamlaşmasına sebep olmuştur. Şehir 1331 yılından günümüze kadar Türk-İslam egemenliği altında kalmıştır.
2. İZNİK GÖLÜ (ASKANIA)
İznik (Nicaea), İznik Gölü kenarında kurulmuş bir şehirdir. Gölün antik çağlardaki adı Askania’dır. İznik Gölü her birkaç yüzyılda bir olmak üzere batıya doğru 2 km’lik yayılma özelliği göstermektedir.
Resim 3: İznik göl sularının çekilmesi ile ortaya çıkan İmparatorluk Sarayı veya Aziz Neophytos Bazilikası olduğu düşünülen yapı kalıntıları. Atlas dergisince 2014 yılının en heyecan veren 10 keşfi olarak nitelendirilmiştir. Kaynak: Ali Ethem Keskin, 2014.
2014 senesinde göl sularının çekilmesi ve soğuk havada plankton azlığı ile berrak suların içerisinde bir kısım yapılar keşfedilmiş ve fotoğrafı çekilebilmiştir. Bu yapıların I. İznik konsil toplantısının yapıldığı İmparatorluk Sarayı ve Aziz Neophytos Bazilikası (Hristiyanlara yönelik baskı döneminde katledilen bir erkek çocuğu adına yapılmış olan kilise yapısı) olduğu düşünülmektedir.
3. EKÜMENİK KONSİL
Ekümeniklik kavramı, Grekçe οἰκουμένη (oikoumene) kelimesinin uluslararası literatürdeki karşılığıdır. Anlamı “yerleşilmiş dünya” yahut “meskûn dünya”dır ve bununla konsil öncesi dönemde Roma İmparatorluğu kastedilmektedir. Günümüzde bu kavramla, birbirinden tarihsel, doktrin ve uygulama açısından ayrılan Hristiyan mezhepleri ve Hristiyan kiliselerinin bir araya gelme çabaları kastedilir.
Bu anlamıyla ele alındığında ekümeniklik Hristiyan birliğini sağlama gayesini ifade eder ve bu anlam “Sadece tek çeşit Hristiyan Kilise kurumu olmalı” ideali üzerine bina edilmiştir. Bu amaçla Hristiyanlar sorunları çözmek için çeşitli dönemlerde bir araya gelerek teolojik tartışmalar ile sorunlarını çözmeye çalışmışlardır.
Konsil bağlamında “Ekümenik” ifadesini kullanan ilk kişi Caesarea’lı Eusebius’tur. MS. 339 yılında tamamlayamadan vefat ettiği “Constantin’in Hayatı” isimli eserinde bunu “O ekümenik bir konsil çağırdı.” şeklinde ifade etmiştir. Bütün Hristiyan inanç gruplarının çağırıldığı ve katılım gösterdiği toplantı anlamına gelmektedir.
Tarihsel süreç içerisinde Ortodoks ve Katolik mezheplerinin katıldığı ve onayladığı toplamda 7 adet ekümenik konsil toplantısı gerçekleşmiştir. Bunlar:
a. I. İznik (Nicaea) Konsili (325)
b. I. İstanbul (Constantinopolis) Konsili (381)
c. I. Efes (Ephesos) Konsili (431)
d. Kadıköy (Chalcedon) Konsili (451)
e. II. İstanbul (Constantinopolis) Konsili (553)
f. III. İstanbul (Constantinopolis) Konsili (680)
g. II. İznik (Nicaea) Konsili (787)’dür.
I. İznik Konsil toplantısına dair günümüze ulaşabilen birinci derece kaynaklar bulunmamaktadır. Bu yüzden konsilin hangi yapı içerisinde toplandığı, toplantıda nelerin konuşulduğu gibi konular tartışmalıdır. I. Ekümenik İznik toplantısına dair elde bulunan kaynaklar o dönem konsil katılımcıları piskopos ve rahiplerin kaleme almış oldukları mektuplar ve raporlarından ibarettir.
Bu kaynaklar arasında Antiocheia’lı Eusthatios’un mektupları, Caesarea’lı Eusebius’un mektupları, Alexanderia’lı Athanasius’un mektupları, İmparator Constantin ve Alexanderia’lı Alexander’den mektuplar ve 4. ve 5. yüzyıllarda kilise tarihçilerinin yazıları gösterilmektedir.
4. ROMA’NIN SOSYO-POLİTİK DURUMU
Roma İmparatorluğu, MÖ. 753’de İtalya’da krallık olarak kuruluşundan Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u almasına kadar geçen 2200 yıllık süre içerisinde Akdeniz’i göl haline getirmiş, yüzlerce, binlerce kültür, dil, din ve ırkı bünyesinde barındırmış büyük bir medeniyettir.
Öyle ki bu medeniyet modern dünyanın şekillenmesine öncülük etmiş, özellikle Avrupa coğrafyasına hukuk, sanat, edebiyat, mimari, teknoloji gibi alanlarda ciddi tesir ve katkısı olmuştur. Resmi dini politeist (çok tanrılı) panteon sistemi olmakla beraber geniş coğrafyasında yaşayan halkların da kendilerince inandıkları mahalli dinleri mevcuttu.
Roma imparatorluğunun bünyesinde barındırdığı halkların kültür ve inanç sitemlerine tarihte örneğine az rastlanan hoşgörüsü ve toleransı vardı. Örneğin batı Afrika’da Berberilerin mahalli inançları, Mısır’da antik Mısır dini, Judea eyaletinde Yahudilik inancı, Küçük Asya’da Greko-Pers inançları, Avrupa’da ise Greko-Norse (İskandinav) mitolojisinin tesirinde gelişen yerel inançlar söz konusuydu. Bütün bu inanç grupları siyasal sitemle çatışmadığı ve devletin organlarına zarar vermediği müddetçe Roma’dan hoşgörü görüyorlardı.
Roma, Hristiyanlık dinini de diğer dinler şeklinde algılamış; başlangıçta Yahudilik içerisinden çıkan bir mezhep olarak değerlendirmişti. Roma, bu değerlendirmesinde haklıydı çünkü İsa Mesih söylemlerinde yeni bir dinden söz etmiyor, bilakis Yahudi otoritelerce tahrif edilen Musa şeriatının yeniden tesis edilmesi için gönderildiğini vurguluyordu. Hatta başlangıçta kendilerine Hristiyan sözcüğünü dahi kullanmıyorlardı. Nitekim İsa Mesih, Yahudi olarak dünyaya gelmiş; Ferisilik ve Sadukilik mezhebinin hakim olduğu ortamda yaşamıştı.
Sonraki süreçte İsa Mesih’in kendine iman eden kimselere öğretisini yayma misyonunu vermesi ile birlikte özellikle MS. 1. yüzyıldan itibaren bu inanç sistemi ülkenin dört bir bucağına yayılmaya başladı. Kutsal kitaplara göre İsa Mesih’in Adem peygamberin itaatsizlik hatasının zıt örneği iyi bir ahlak ve itaat mümessili olması ve bu uğurda çarmıhta acı çekmeyi tercih etmesi geniş kitlelerin onun öğretisine katılmasına sebebiyet vermiştir.
Bu öğreti öncelikle Roma’nın köleler sınıfı arasında teveccüh bulmuş sonrasında ise önü alınamayacak şekilde her sınıftan insana ulaşmıştır. Hristiyan nüfusun Roma panteonundaki tanrıları aşağılayıcı nümayişleri artınca bu durum özellikle pagan din adamlarının ve tanrı heykelleri üretip bunları satarak para kazanan esnaf kesimin büyük tepkisini çekti. Pagan nüfus ile Hristiyan nüfus çatışmalara başlayınca İskenderiye, Antakya, Hierapolis, Efes, İzmir gibi büyük şehirlerde iç kargaşalar ortaya çıkmaya başladı. Kaçınılmaz olarak Roma hükümeti artık monoteist (tek tanrılı) Hristiyanlık inancını tehdit olarak algılamaya başladı.
Bu sosyal bölünmüşlük içerisinde 1. yüzyılın sonlarına doğru, İmparator Neron (saltanatı MS. 54-68)’dan itibaren, önce Hristiyan olan askerler ordudan atılmaya, sonrasında 200 yıl süren bazen büyük kovuşturmalara bazense katliamlara kadar varan sistematik temizliğe başlandı. İmparator Trajan (saltanatı MS. 98-117) ve Hadrian (saltanatı MS.117-138) dönemlerinde büyük katliamlar gerçekleşti ve nihayet İmparator Decius (saltanatı 249-251) döneminde Hristiyanlık kökten yasaklandı, kiliseler kapatıldı. Hatta Roma vatandaşı olanlara kimlik kartı taşıma zorunluluğu getirildi. Bu belgeyi almanın koşulu ise devletin resmi tapınağına gidip tanrılara kurban kesip İsa Mesih’i inkar etmekti.
Roma’nın bu baskıcı politikasından dolayı havarilerin müritleri, baskı altındaki Hristiyan müminlere sürekli sabır etmeleri gerektiğini, çektikleri çilenin İsa Mesih’in çilesinden daha üstün olmadığını ve Tanrı katında mükafatlarının yüksek olacağını telkin ediyorlardı. Buna rağmen süreç uzadıkça, Hristiyanlar bağnaz bir anksiyete geliştirerek özellikle Mısır ve Libya çöllerinde eli sopalı Hristiyan kesişlerden oluşan çeteler kurmaya başlamışlardı. Bu çeteler o zamanlarda Kirene (Cyrene) ve İskenderiye (Alexanderia) şehirlerinin piskoposluklarına bağlılık göstermekteydiler.
Öte yandan bu dönem Roma İmparatorları için de oldukça zor bir dönemdi. Çünkü dış politikada “kavimler göçü” olarak bilinen Karadeniz’in kuzeyinden gelen Got ve Hun göçleri, iç politikada din temelli ayaklanmalar ve en önemlisi hanedanlar arası taht mücadeleleri Roma’nın istikrarsız bir dönem geçirmesine sebep olmuştu.
Nihayet İmparator I. Konstantin, İmparator Diocletian’ın daha önceden kurduğu tetrarşik (Dörtlü) yönetim sistemi içerisinde Licianus ile beraber taht ortağı olduğunda ülke çapında akan bu kanı durdurmak ve iç politikada nüfuzunu arttırmak için MS. 313 yılında Milano Fermanı’nı yayınladı. Milano Fermanı ile Hristiyanlığa özgürlük tanıdı ve Hristiyanlığa yasal bir statü kazandırdı. Bu yasal statü kiliseye politik, mali ve askeri imtiyazlardan piskoposluk mahkemelerinin kurulmasına kadar geniş hak ve ayrıcalıkları içermekteydi.
Resim 4: Diocletian’ın Tetrarşik Yönetim Sistemi. Doğu ve Batı’da Agustus ünvanlı iki imparator ve onlara yardımcı olan Caesar ünvanlı iki Tetrark’ın konumları. İmparator Konstantin başlangıçta Fransa ve İngiltere’den sorumlu Caesar iken rakiplerini yenerek Roma’nın tek imparatoru haline gelir. Kaynak: https://medium.com/@pacificcrossroads/episode-7-constantine-56207f5f3153
I. Konstantin tahtını garanti altına aldıktan sonra tek hükümdar olarak iç politikada barışı (Pax Romana) tesis edebilmek için Kordoba’lı piskopos Hossius’un tavsiyesi üzerine MS. 325 yılında bütün Hristiyanlara ekümenik konsil çağrısında bulunur. Konsilin toplanma yeri başlangıçta Ankyra (Ankara) olarak planlanmışken sonradan deniz ulaşımının da olmasından dolayı Nicaea (İznik) tercih edilmiştir.
I. Konstantin’in bu konsili çağırmasındaki menfaati imparatorluğun ittihadını sağlamaktı. İmparatorluğun ittihadı ise Hristiyan tebaanın fikir ayrılıklarının ortadan kaldırılmasına bağlıydı. Bu sebeple 300 civarında piskopos ve delegasyonları Nicaea’ya davet edildi.
Bir başka kaynağa göre İmparator Constantin 1000’i Yunan bölgesinden, 800’ü de Latin bölgesinden olmak üzere 1800 piskoposu mektupla davet etmiştir. Her piskoposun yanında 2 rahip (presbyter) ve 3 diyakon getirebilecekleri de duyurulmuştur.
Bu hesaba göre konsile 2000 kişi katılmış olabilir. İmparator katılımcılardan 300’ünün yol, yiyecek ve konaklama masraflarını karşılamıştır. İmparator’un baş danışmanı konumunda olan Kordoba’lı piskopos Hossius özellikle Rahip Arius’un da toplantıda hazır bulunmasını talep etmiştir. Böylece rahip statüsünde olan Arius’a da müstakil olarak bir davet mektubu gönderilmiştir. Rahip Arius’un özel davetiye ile konsile çağrılması onun mahkeme edileceğinin göstergesidir.
5. ARİUS ve GÖRÜŞLERİ
Buraya kadar anlatılan sosyo-politik ve teo-politik tartışmalı ortam içerisinde İskenderiye’de Libya kökenli çileci Hristiyan din adamı Arius (d. 256, Libya – ö. 336, Constantinopolis) tarih sahnesine çıkar. Arius, muhtemelen Antik Libya’dan Berberi kökenlidir. Babasının adı Ammonius’tur. Antakya akademisinden tefsir dersleri alarak mezun olduğu düşünülmektedir.
İskenderiye’de diyakon olarak atandığı dönemde, “Hristiyanlara baskı sonucunda dininden dönen (mürtet) kimselerin tekrar kiliseye kabul edilmesi gerektiği” yönündeki fikirleri olan Likopolis’li Meletius’un tarafını tuttuğu için 311 yılında Piskopos Peter tarafından aforoz edilmiştir. Fakat Peter'in ardılı Piskopos Achillas yönetiminde, Arius komünyona tekrar kabul edilmiş ve 313 yılında İskenderiye'nin Baucalis bölgesine rahip (presbyter) olarak atanmıştır.
Arius, kişisel çileci başarıları olan, saf ahlak ve inanış sahibi ve etkili vaazları olan bir rahiptir. Rakipleri tarafından karakterine hiç dil uzatılmasa da, fikirleri yönünden kıyasıya eleştirilmiştir. Arius’un fikirleri sadece mürtet Hristiyanların kiliseye kabulünü kapsamıyor. Tanrı’nın doğası hakkındaki öğretisi, Baba’nın Oğul üzerindeki üstünlüğü ve Teslis (trinity) inancına muhalefeti gibi iman akidelerini de içermekteydi. Arius’un bağlı bulunduğu İskenderiye piskoposuna ve genel Hristiyanlık doktrinine aykırı verdiği vaazlar onu I. Nicaea Konsili'nde ana gündem maddesi haline getirmiştir. Arius’un öğretileri özetle şöyledir:
• Tanrı en yücedir. O’nun eşi ve benzeri yoktur. Ezelî ve ebedîdir. (Alpha ve Omega’dır.)
• Tanrı tek bir şey yaratmıştır: İsa Mesih.
• Baba ilk Oğul’u yaratmış, diğer varlıkları da Oğul vasıtası ile yaratmıştır.
Arius bu temel fikirlerini İncil’den şu ayetlere dayandırmaktadır:
“Size, ‘Gidiyorum, ama yanınıza döneceğim.’ dediğimi işittiniz. Beni sevseydiniz, Baba’ya gideceğim için sevinirdiniz. Çünkü Baba benden üstündür.” Yuhanna,14:28.
“Görünmez Tanrı’nın görünümü, bütün yaratılışın ilk doğanı O’dur.” Koloseliler, 1:15.
“İsa Tanrı değildir.” şeklinde özetleyebileceğimiz bu görüşü konsil esnasında Arius ve onun takipçileri Mısırlı Theonas ve Secundus savunmuşlardır. Bunların yanı sıra Arius’un görüşlerini destekleyen 18 piskopos daha vardı. Arius konsilde savunmasına başladıktan sonra bu piskoposlardan 16’sı karşı tarafa geçiş yaptılar ve Arius’u kâfirlikle itham ettiler. Nicomedia’lı piskopos Eusebius ve Nicaea’lı piskopos Teognis ise Arius’un görüşlerini desteklememekle beraber onların aforoz edilmelerine karşı çıkmışlardır.
6. ARIUS’A KARŞI GELİŞTİRİLEN ARGÜMANLAR
Arius’un muhalifleri tarafından dile getirilen argümanlar bugünkü genel kabule yakın olan Hristiyanlık doktrinlerinden ibarettir. “İsa Mesih tam anlamıyla Tanrı’dır.” şeklide genelleşen bu görüşü savunan Arius muhalifleri şayet Arius’un görüşleri kabul edilirse İsa Mesih’in kurtarıcılığı tehlikeye gireceğini ve vaftiz olmanın anlamı kalmayacağını dile getirmekteydiler. Bu görüşü ve Hristiyanlığı anlamlandırabilmek için ilk günah metaforunu ve vaftiz müessesesini anlamak gerekmektedir. Buna göre;
“ilk insan Adem itaatsizliğinin sonucu olarak Eden bahçesinden kovulmuştu. Âdem’in soyundan gelen âdemoğulları da aynı günaha sahipti. İnsanoğlunu bu günahtan arındırabilmek için birinin kendini feda edip bedenini kurban vermesi gerekmekteydi. Fakat hiç kimse elini taşın altına koyamıyor, sorumluluk almıyordu. Çünkü insanoğlu bencildi. Bunu çok iyi bilen Tanrı merhamet edip Meryem’in rahmine kendisi bizatihi düşerek İsa Mesih görünümünde yeryüzüne indi. Kendi bedenini çarmıhta kurban verip bütün insanlığı doğuştan gelen günahından temizledi. Bu yüzden merhametten ve arınmadan istifade etmek isteyen insanoğlunun İsa Mesih’in varisleri olan ruhbanlar eliyle vaftiz olmaları gerekmektedir.”
Arius eğer görüşlerinde haklı ise yani İsa Tanrı ile aynı öz’den değilse İsa Mesih’in kurtarıcılığı tehlikeye girecek ve vaftiz müessesesinin anlamı kalmayacaktı. Bu sebeple Arius’un görüşleri, İncil ayetlerini doğru okuyamaması veya yanlış yorumlamasının bir sonucuydu. Arius’a karşı, bugünkü Hristiyanlık amentüsüne girmiş olan iman esasları şöyledir:
• Baba’nın doğasında Oğul doğurma her zaman vardır. Baba Oğul doğurma potansiyeline her zaman sahiptir. Baba ve Oğul her zaman birliktedir.
“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrıyla birlikteydi ve Söz Tanrıydı.” Yuhanna, 1:1.
“Ben ve Baba biriz.” Yuhanna, 10:10.
• Oğul’un başlangıcı yoktur, fakat Baba’dan “sonsuz kökü” ve “sonsuz türemesi” vardır. Oğul Baba ile aynı sonsuzluğa sahiptir. Baba ve Oğul aynı töz’den olmalarından dolayı her açıdan eşittirler.
“İsa tam olarak Tanrı’dır.” şeklinde özetlenebilecek bu görüşleri konsil esnasında İskenderiye’li Athanasius, İskenderiye’li Alexander, Antakya’lı Eusthatius, Cordoba’lı Hossius, Jerusalem’li Macarius ve hatta imparatorluk coğrafyası dışından Sasani coğrafyasından Yuhanna, Goth asıllı Theophilius gibi önde gelen piskoposlar savunmuşlardır.
Konsil esnasında Arius’a karşı gelişen ve “İsa’nın Tanrı olduğu” görüşüne yakın bir başka görüş daha ortaya çıkmıştır:
• Tanrı, Baba – Oğul – Kutsal Ruh olmak üzere üç görünümden ibarettir. Bu üç görünüm de aynı özdendir ve aralarında hiyerarşik bir düzen mevcuttur.
Bu görüşü savunan piskoposlar ise Nicomedia’lı Eusebius, Caesarea’lı Eusebius ve Myrra’lı Nicolas’tır.
Konsilde Tanrı Baba ile Nasıra’lı İsa’nın “aynı mahiyetten” eş-tözlü ve eş-ebedî/ezelî olduklarını söyleyen denklik üzerine kurulu teslis inancını savunanlara İskenderiyeli genç Rahip Athanasius liderlik ediyordu. Buna karşılık Nasıra’lı İsa’nın Tanrı Baba’dan zaman ve töz olarak sonra geldiğini savunanlara ise Rahip Arius liderlik ediyordu.
7. KONSİL GÜNDEMİ (20 Mayıs 325 – 19 Temmuz 325)
Konsil aşağıdaki gündem maddeleri çerçevesinde toplanmıştır:
• Arius Meselesi (20 Mayıs – 19 Haziran arasında bir ay sürmüştür),
• Paskalya (Easther) bayram tarihinin belirlenmesi,
• Likopolis’li Piskopos Meletius’un baskı döneminde dinden dönen mürtetleri tekrar kiliseye kabul etmek istemesi,
• Kilise disiplini ve litürjisi: Bununla ilgili 20 kanon kabul edilmiştir.
Konsilin bitiş tarihi İmparator Constantin’in 20. tahta çıkış yıl dönümüne denk düşürülmüş ve 19 Temmuz 325 yılında ziyafet kutlaması yapılarak son bulmuştur.
8. KONSİLİN İŞLEYİŞİ
Konsil 20 Mayıs 325 tarihinde başlar. İlk ve en önemli mesele olarak Arius’un görüşleri masaya yatırılır. 20 Mayıs’tan 19 Haziran’a kadar 1 ay süreyle Arius ve görüşleri tartışılır. Arius mutlak monoteizm çerçevesinde büyük bir konuşma yapar. İsa Mesih tanrı değildir, fakat yaratılmışların en değerlisidir şeklindeki görüşlerini İncil’den deliller göstererek uzun uzun anlatır.
Daha önceden Ariusçu olan 18 piskopostan 16’sı Arius’un bütün görüşlerini dinledikten sonra şok yaşarlar ve görüş değiştirerek karşı tarafa geçerler. Nicomedia’lı Eusebius ve Nicaea’lı Theognis Arius’un görüşlerini kabul etmemekle beraber aforoz edilmemesi ve ona insanca yaklaşılması yönünde desteğini sürdürür.
Arius’a karşılık İskenderiyeli Athanasius “aynı öz’den” (homo-ousios) kelimesini vurgulayarak Baba-Oğul ilişkisinin bölünemez bir bağ ile bağlı olduğunu savunmuştur. Arius’un fikirlerine göre İsa’nın insanlığın kurtuluşu için çarmıha gerilmesinin anlamının kalmayacağını ve Baba-Oğul-Kutsal Ruh adına yapılan vaftizlerin bir anlamının kalmayacağını belirterek Tanrı’yı Baba ve Oğul olmak üzere ikiye böldüğü için Arius’u politeistlikle (çok tanrıcılıkla) suçladılar ve bunun sonucunda yandaşları ile birlikte Arius’u aforoz ettiler.
Arius’a karşı fiziksel şiddetin uygulandığına dair bilgiler de mevcuttur. Myra’lı piskopos Aziz Nicolas (Noel Baba) Arius’u ikna etmek için bir tuğlayı örnek göstermiş ve tuğlanın kum, su ve ateşten müteşekkil tek bir varlık olduğunu vurgulamıştır. Tanrı’nın da aynı şekilde üç yönü olan tek bir varlık olduğunu ifade etmiştir. Fakat Arius bu fikri kabul etmede ayak direyince Aziz Nicolas Arius’a öfkelenip tokat atmıştır. İmparator’un emriyle Aziz Nicolas kısa bir süreliğine salondan uzaklaştırılmıştır.
Resim 5: İznik konsil görüşmeleri esnasında Myralı Piskopos Aziz Nicolas’ın Rahip Arius’u tokatlaması, Nicaea Konsil Freski, Sümela Manastırı, Trabzon. Kaynak: https://pravoslavie.ru/66856.html.
İmparator Constantin çoğunluğun fikri olan “Öz’de Birlik” (Homo-Ousius)’i kabul etti. Baba ve Oğulun bedenen değil fakat ruhen birlik olduğu fikri aklına yattı. Bu düşüncenin daha fazla geliştirilmesini emretti. Cordoba’lı psikopos Hossius “Oğul’un Tanrı’nın özünden ürediği ve fakat yaratılmadığı” yönünde iyileştirmeler yaparak bu fikri geliştirdi. Sonuç olarak İznik Amentüsü “Tanrı ve Oğul aynı özdendir ve Oğul asla sonradan yaratılmamıştır.” düsturu üzere şekil almıştır.
9. İZNİK KREDOSU VE ALINAN KARARLAR
İznik toplantısında gündem maddeleri önem sırasına göre madde madde konuşulup karara bağlanmıştır.
a) Arius Meselesi
Arius’un görüşlerine karşılık olarak Hristiyan ruhaniler ortak bir amentü belirlemişler ve kararı bir ortak inanç bildirgesiyle yayınlamışlardır: “Her şeye gücü yeten, görülen ve görülmeyen bütün şeylerin Yaratanı olan bir tek Baba Allah’a inanıyoruz; Bir tek Rab İsa Mesih’e inanıyoruz: Allah’ın Oğlu, Baba’dan doğan biricik Oğul, yani Baba’nın öz varlığından oluşan Allah’tan Allah, Nurdan Nur, gerçek Allah’tan gelen gerçek Allah, yaratılmış değil, doğurulmuş, Baba’nın aynı öz varlığına sahip olan, Kendi aracılığıyla gökteki ve yerdeki her şey yapılmış, biz insanlar için ve kurtuluşumuz için gökten inmiş, insan bedeni almış ve insanlar arasında yaşamış, sıkıntı çekmiş ve üçüncü günde ölümden dirilmiş, göğe yükselmiş, dirilerle ölüleri yargılamaya gelecek olan O’dur ve Kutsal Ruh’a da inanıyoruz.”
İmparator Constantin’in yukarıda bahsedilen “Öz’de Birlik” (Homo-Oussius) kavramını benimsemesi ile birlikte Arius ve taraftarları hakkında idari ve ruhani tedbirler konulmuştur. İmparatorca konulan idari tedbirler arasında Arius’un fikirlerinin yasaklanması, bütün yazılı eserlerinin imha edilmesi, Arius ve ona bağlı olanların sürgüne gönderilmesidir.
Konsil meclisi piskoposlarca da ruhani tedbirler konularak Arius ve takipçileri aforoz edilmiş, kiliseden atılmıştır. Bu bağlamda Arius ve onun gibi düşünen Mısırlı presbyterler Theonas ve Secundus konsil metni kredoyu imzalamadılar ve piskoposlarca aforoz edilerek kiliseden atıldılar. İmparator bunları Illyrien’e (Bugünkü Arnavutluk-Hırvatistan coğrafyasına) sürgün gönderdi.
Nicomedia’lı piskopos Eusebius ve Nicaea’lı Theognis kredoyu imparatora olan saygılarından veya aforoz edilme korkularından dolayı imzaladılar. Fakat Arius ve takipçilerinin aforoz edilmesini içeren sonuç kısmını imzalamadılar. İmparator Constantin bu iki piskoposun samimiyetine güvenmeyerek (veya konsil katılımcılarının hışmına uğrayıp iç isyan çıkma tehlikesini göze alamamasından dolayı) onları da Ariusçularla birlikte Illyrien’e sürgün gönderdi. Konsilden 2 yıl sonra 327 yılında İmparator Constantin bütün sürgün kararlarını kaldırmıştır.
Cordoba’lı psikopos Hossius’un iyileştirmeleriyle önerdiği İznik kredosunu diğer konsil katılımcıları imzaladılar. Önce Hossius sonra yardımcıları olan iki rahip (presbyter), sonrada diğer tüm ruhaniler imzaladılar. Caesarea’lı piskopos Eusebius bir gün düşündükten sonra kredoyu imzaladı.
Konsil görüşmelerinde Kutsal Ruhtan söz edildiyse de Baba-Oğul tartışmalarından ona sıra gelmemiştir ve Kutsal Ruhun konumu belirlenemedi.
b) Paskalya Bayram Gününün Tespit Edilmesi
Arius meselesi bu şekilde sonlandıktan sonra konsilin ikinci gündem maddesi olan paskalya (Easther) bayramının tarih sorunsalı çözüme kavuşturulmuştur. Paskalya aslında Aramice’de Paskha (פסחא ,(İbranice’de Pesah (פסח (Grekçe’de Paskha (Πάσχα) kelimelerinden Türkçe’ye girmiştir. Bu kelime, “geçmek” anlamına gelir ve aslında bir Yahudi bayramı olan Pesah Bayramı için kullanılır. Türkçe’de ise bu kelime Fısıh olarak kullanılır.
Pesah bayramı Kitâb-ı Mukaddeste Tevrat’ı oluşturan beş bölümden ikincisi olan “Mısır’dan Çıkış” (Exodus) kitabında geçer. 430 yıl boyunca Mısır’da köle olarak yaşayan İsrail halkı, Musa’nın önderliğinde, Tanrı tarafından kölelikten kurtarılır. Köleleri bırakmak istemeyen Firavun Musa ile inatlaşır ve bunun sonucunda Mısır üzerine toplam 10 adet lanet gönderilir. Bu lanetlerden onuncusu ölüm meleğinin gönderilmesidir. Mısır’da her hanenin ilk doğan erkek çocuğunun canını almakla görevlendirilmiştir. Tanrı İsrail halkından birer kuzu kurban sunup kanını kapı eşiklerine sürmesini söyler. Bu onların işaretidir. Böylece ölüm meleği İsrail halkının evlerine girmeyecek ve ilk doğanları öldürmeyecekti. Daha sonra “Mısır’dan Çıkış” (Exodus) 12. bölümde Tanrı, İsrail halkına yılda bir kez bu olayı anımsamalarını buyurmuştur:
“Sen ve çocukların kalıcı bir kural olarak bu olayı kutlayacaksınız. RABB’in size söz verdiği topraklara girdiğiniz zaman bu töreye uyacaksınız. Çocuklarınız size, ‘Bu törenin anlamı nedir?’ diye sorduklarında, ‘Bu RABB’in Fısıh kurbanıdır’ diyeceksiniz, ‘Çünkü RAB Mısırlılar’ı öldürürken evlerimizin üzerinden geçerek bizi bağışladı.’” İsrailliler eğilip tapındılar (Mısır’dan Çıkış, 12:24-27).
Pesah (Fısıh) Bayramı Hristiyanlık için de oldukça değerli ve kutsal bir bayramdır. Çünkü İsa Mesih, Yahudilerin Fısıh bayramı haftasında çarmıha gerilmiştir. Tıpkı İsrailoğullarını Mısır’da gazaptan kurtaran kurbanlık kuzular gibi İsa Mesih te insanlığın kurtuluşu için Fısıh bayramının kutlandığı hafta içerisinde bedenini kurban vermiştir.
Paskalya Bayramı Hristiyanlar için bu yönüyle oldukça kıymetlidir. Paskalya haftasında perşembe günü İsa Mesih’in öğrencilerinin ayaklarını yıkadığı, son akşam yemeğini yediği ve bu akşam yemeğinde öğrencileriyle şarap ve ekmek paylaşırken, “Bu sizin için feda ettiğim kanım ve bedenim” ile başlayan ünlü ayetleri söylediği gündür. Cuma günü ise İsa Mesih’in çarmıhtaki ölümü anılır. Pazar Günü diriliş bayramıdır. O gün İsa Mesih’in ölümden dirilişi kutlanır.
İznik Konsili tarihine kadar bu bayramı farklı Hristiyan cemaatler farklı tarihlerde kutlamışlar ve aralarında ihtilaf çıkmıştır. Bu konuda da birliktelik oluşturmak adına Paskalyanın tarihi şu şekilde belirlenmiştir: “Paskalya baharın başlangıcında ve Yahudi Fısıh bayramından sonraki ilk pazar günü kutlanılacaktır. Yahudi ve Roma takvimi arasındaki oluşan farklılıktan dolayı Paskalyanın tarihini her yıl İskenderiye Patriği hesaplayacak ve bunu Roma Patriğine erkenden bildirecektir. Roma Patrikhanesi de bunu her yıl bütün dünyaya duyurmakla yükümlü olacaktır.”
İskenderiye’ye bu hesaplama görevinin verilmesinin sebebi ise Mısır coğrafyasının eskiden beri süregelen astronomik bilgi birikiminin yüksek olmasındandır.
c) Mürtetlerin (Dinden dönenlerin) Kiliseye Yeniden Kabulü
Mısır’ın Likopolis şehrinde görev yapan Piskopos Melitius, Hristiyanlara baskı ve katliamların yapıldığı dönemlerde işkence ve ölüm korkusunun tesiriyle imanlarından vazgeçip İsa Mesih’i inkar etmek durumunda kalan kişilerin yeniden kiliseye alınmaları ve takdislerinin yapılması yönünde bir teklif getirmiştir.
Konsil katılımcıları bu konuyu da hararetli bir şekilde tartışmışlar ve sonuç olarak “İşkence gören Hristiyanların tıpkı İsa Mesih efendimiz gibi şehit olmayı göze almaları, ölümü bile isteye kucaklamaları ve her ne olursa olsun imanlarından asla vazgeçmemiş olmaları gerekirdi.” şeklinde karar alınmıştır.
Piskopos Melitius’un teklifi reddedilmiştir. Piskopos Melitius her ne kadar bu kararı imzalasa da Hristiyanlığın bir merhamet dini olduğu düşüncesi ile bu karara uymamıştır. Licopolis’te mürtetleri yeniden takdis etmeye devam ederek “Melitian Hareketi” olarak adlandırılan heretik bir kilise kurmuştur.
d) Kilise Disiplini ve Litürjisi
İznik Konsili’nde son olarak kilise disiplini ve litürjisine dair 20 adet kanon belirlenmiştir. Bu kanonlar organizasyon ve din adamları hiyerarşisi, ruhban sınıfı atama standartları, tekrar dine dönmek için gereken şartlar, yeniden vaftiz ve görev verilme şartları, ayakta ibadet ve diyakonların statüleri gibi önemli konuları içermektedir. Konsilin yirmi kanonu şöyledir:
• Kendi kendilerini hadım etmedikleri sürece hadımlar rahip olabilirler. Kendini hadım etmek yasaktır. Ruhbanların aile kurmak, çocuk sahibi olmak gibi dünyevi zevklerden uzak yaşayarak nefislerini arındırmaları gerekmektedir. Kendini hadım etmek bu hususta kolaycılığa kaçtığı için yasaklanmıştır.
• Katekümenlerin (Vaftiz adaylarına verilen isim) vaftizden hemen sonra rahip olmaları yasaklanmıştır.
• Rahipler ve piskoposların anne, kız kardeş ve teyze haricinde bir kadınla birlikte yaşamaları yasaklanmıştır.
• Bir piskopos bölgenin bütün piskoposları tarafından kutsanmalıdır.
• Bir rahibin aforoz edilmesi her bölgenin piskoposlarının onayı ile gerçekleşmelidir. Bu aforoz işlemi kişisel husumetlere dayanmamalı ve yıllık toplanan 2 sinod (bölgesel toplantı) ile karara bağlanmalıdır.
• İskenderiye, Antakya ve Roma şehirleri apostolik kökenli (bir havarinin katledildiği) şehirler olması sebebiyle ekümenik Patriklik makamına yükseltilmiştir. Avrupa’daki bütün ruhani makamlar Roma Patrikhanesine, Anadolu, Suriye, Irak ve Hindistan coğrafyasındaki bütün ruhani makamlar Antakya Patrikhanesine ve Afrika kıtasının tüm Hristiyan ruhanileri İskenderiye Patrikhanesine bağlanmıştır. Bu üç patrikhane ekümenlikte eşittirler. Bu merkezlerde yer alan yüksek din adamlarına Patrik ünvanı verilmiş, hiyerarşik sıra içerisinde metropolit (Ortodoks) - kardinal (Katolik), başpiskopos (archbishop), piskopos (bishop), rahip (presbyter), diyakon (diacon) ünvanlı ruhaniler şehirler, köy ve kazalarda görev alarak bütün nüfusa din hizmetlerini ulaştıracaktır.
• Aelia (Kudüs) piskoposluğu resmi statü bakımından Antakya, İskenderiye ve Roma Patrikhanelerinden aşağıda yer almasına rağmen İsa Mesih’ten dolayı manevi statü bakımından özel bir saygıyı hak etmektedir.
• Novitiancılar (İmparator Decius döneminde aforoz edilmiş ayrılıkçı bir grup) bütün kilise kararlarını onayladıklarında önceki statülerini koruyabileceklerdir. Fakat rütbeleri diğer görevlilerden daha düşük olacaktır.
• Daha önceden sınavsız (test edilmeden) bir şekilde rahip atanmışsa ve onun günah işlediği saptanmışsa rahipliği düşer. Ruhbanlar günahsız olmak zorundadır. Bunun için özel sınava tabi tutulmalıdırlar.
• Şayet baskı dönemlerinde bir rahibin dinden çıktığı öğrenilirse rahipliği düşer.
• Tehlike olmaksızın dinden dönenlere -hak etmeseler de- yumuşak davranılmalıdır. Yıllık tövbelerinden sonra cemaate tekrar kabul edilebilirler.
• Önce askerlikten feragat edip sonra askerliğe dönenler 13 yıl tövbeden sonra cemaate alınabilirler. Çünkü askerlik o dönemde tanrılara kurban vermeyi gerektiren bir meslektir. Putperest bir amel gerektiren bir işle meşgul olmak tövbe gerektirir. 13 yıllık bu pişmanlık süresi müminin samimiyeti nispetinde piskoposlarca kısaltılabilir.
• Tövbe süresini doldurmadan ölüm döşeğine düşenler kalan tövbe sürelerini ahirette geçirmek şartıyla kilise tarafından kendisine tövbe garantisi verilir, böylece kişi dini üzere ölmüş olur. Ölüm döşeğindekilere evharistia (ekmek-şarap ayini) verilebilir.
• Katekümen (vaftiz adayı) iken vazgeçenler 3 yıllık tövbeden sonra tekrar Katekümen olabilirler.
• Piskoposlar, rahipler ve diakonlar görevli oldukları kilisenin bulunduğu şehri terk edemezler. Görevli oldukları kilisenin şehrinde ikamet etmek mecburiyetindedirler.
• Kiliselerini terk etmiş rahip ve diakonlar başka bir kilise tarafından alınamazlar.
• Normalden fazla faiz alan din adamları görevinden uzaklaştırılmalıdırlar.
• Diakonlar rahiplere evharistia (kutsanmış ekmek-şarap) veremezler bilakis onlar evharistia’yı rahip veya piskoposlardan almalıdırlar. Her şey hiyerarşik düzene tabi olmalıdır.
• Samosota’lı Pavlus’un (Dogmalara karşı olan heretik bir grup) takipçileri eğer kiliseye sığınırlarsa mutlaka yeniden vaftiz edilmelidirler.
• Pazar günü ve Pentikost Bayramlarında diz çökerek değil ayakta ibadet edilir.
10. KONSİLİN SONUÇLARI
I. İznik Konsili Hristiyanlık dininin teolojik doktrinlerini anlamlandırabilmemiz açısından oldukça önem taşımaktadır. Siyasi erkin (İmparator Konstantin) çağrısı ile gerçekleşen bu toplantı Hristiyanların teolojik fikir ayrılıklarının giderildiği, ortak bir amentünün ortaya konulduğu ilk ekümenik konsensüs olması bakımından önemlidir.
Kilise liderlerince toplanıp inanç esaslarının diğer bir deyişle Hristiyan akaidinin tesis edildiği bu konsil toplantısı bir konsiller geleneği ortaya çıkarmış, Hristiyan kilise babaları sonraki süreçte fikir ayrılıklarını bu tip toplantılar ile çözme yoluna gitmişlerdir. Bu toplantılar silsilesi kilisenin ittihadını bir nebze sağlamış görünse de her toplantı, Hristiyan din adamlarının fikir ayrılıklarını derinleştirmiş mezhepsel bölünmelere sebep olmuştur. Bizans siyaseti, iktidarını güçlendirme çabası içinde bu toplantıları desteklemiş olmasına rağmen din adamları yetki tartışmaları içerisine düşerek fikir ayrılıklarını ve mezhepsel ayrılıklarını sürdürmüşlerdir.
İmparator Konstantin bir mektubunda “Hedefim ilahlara inanan bütün milletleri birleştirmek ve dünya sistemini tekrar düzene sokmaktır.” şeklinde ifadesiyle dostane bir birliktelik amaçlamasına rağmen bu gerçekleşmemiştir. İmparator, konsil esnasında İsa’nın tanrı olduğu fikrini desteklemiş fakat sonrasında Ariusçularla arasını düzeltmeye çalışmıştır.
I. İznik Konsil kararları 381 İstanbul Konsili'ne kadar tartışmalı kalmıştır. Kredoyu imzalayan bazı piskoposlar karardan vazgeçtiklerini duyurmuşlardır. Konsül sonrası Nicomedia’lı Eusebius İmparator’a yazdığı bir mektubunda “Ey kral, senden korkup küfrü onayladığımız için günahkâr olduk.” diye yazmıştır.
Hristiyanlar ilk kez Roma’dan imparatorluk düzeyinde resmi bir muhatap bulmuş olmalarına rağmen Hristiyan din adamları ayrılıkçı fikirleri yok etmek, Hristiyan heretiğini ortadan kaldırmak merkeziyetçi bir doktrin çerçevesinde ilahiyat inşası kurmak peşinde oldukları anlaşılıyor. Bu fırsatı heretikleri yok edip ortodoks (gre. orthos + doxa, anlamı doğru düşünce) bir inanç sistemi üretilmeye çalışılmıştır. Buna rağmen Hristiyanlar arasında ayrılıkçı fikirler derinleşmiştir.
Bu konsilin en önemli kararlarından bir tanesi Roma, Antakya ve İskenderiye şehirlerinin apostolik kökenli ekümenik patrikhane yetkisine sahip olmalarıdır. Bu şehirler Hz. İsa’nın havarilerinin şehit oldukları ve güçlü kilise cemaatlerinin bulunma kriteri üzerine seçilmişlerdir. Roma ve Antakya Patrikhanesini İsa Mesih’in baş havarisi ve halifesi Aziz Petrus kurmuş ve sonradan Aziz Pavlos bunu vaazlarıyla güçlendirmiştir. İskenderiye Patrikhanesini ise İncil yazarı Aziz Markos kurmuştur. O günden bugüne kadar bu patrikhanelerin başpiskoposları sorgulanamaz mutlakıyet ile ruhani temsillerini gerçekleştirmektedirler.
Roma, Antakya ve İskenderiye patrikhaneleri yetki ve ruhaniyet olarak eşit statüde ve söylemleri evrenseldir. İskenderiye’de Aziz Markos’tan günümüze kadar 117 adet patrik gelmiş geçmiş, günümüzde 118. patrik Aziz II. Tavadros ruhani görevini sürdürmektedir. Roma’nın ilk patriği Aziz Petrus, günümüzde görevde olan 266. patriği Arjantin asıllı Papa Francis’tir.
Antakya Patrikhanesi ise tarihte Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’in de kendine bağlı olduğu bir ruhani sahayı idare ettiğinden Bizans’ın siyasi manipülasyonuna uğramış, din adamlarının yetki tartışmaları ve nihayetinde İslam’ın bölgede hâkim güç haline gelmesi bu patrikhaneyi hiziplere bölmüştür. Kadıköy Ortodoksluğunu kabul eden Antakya Rum Patrikhanesi ve Kadıköy Ortodoksluğunu kabul etmeyen Süryani Kadim Ortodoks Patrikhanesi ve 1724 yılında Melkit Rum Katolik Kilisesi olarak bölünmelere gitmiştir. Her bir kilisenin başında farklı patrikler oturmaktadır.
Bununla beraber bütün bu patriklikler fikir ayrılıkları ve milliyetçiliğin etkisiyle bölünmelere gitmişlerdir. Rumlar, Süryaniler, Ermeniler, Malabar Kilisesi, Melkit kilisesi, Nesturiler, Keldaniler, Protestanlar, Anglikanlar… vs. gibi kendi patrikhaneleri ve doktrinleri olan bağımlı bağımsız birçok kilise kurulmuştur.
Bahsi geçen bütün bu hizipler İznik amentüsüne iman etmişler, İznik amentüsünün tartışılmaz üstünlüğünü 381 yılında toplanan İstanbul Konsili'nde kabul etmişlerdir. Bizans İmparatoru I. Theodosius’un isteği üzerine İstanbul Konsili’nde İznik kararlarına aykırı olarak başkent İstanbul şehrine patrikhane statüsü verilmişse de bu durum İstanbul patrikhanesinin ekümenikliğinin dinen bir alt yapısının bulunmadığı gerçeğini ortaya çıkarmış ve günümüze kadar ulaşan Fener Rum patrikhanesinin ekümeniklik tartışmalarını doğurmuştur.
İznik konsil toplantısından çıkarılabilecek diğer bir sonuç İmparator Constantin’in Ariusçulara az sürgün cezası vermesi ve kısa sürede cezayı kaldırmasının aslında onlara sempati duyduğunun, teolojik tartışmaları umursamadığının ve bu toplantıda çoğunluğun kararını kabul ederek toplantıdan politik bir beklenti içerisinde olduğunun göstergesidir. Nitekim Caesarea’lı Eusebius’un “Kilise Tarihi” isimli eserinde Constantin’in konsil toplantıları esnasında pagan olduğu, annesi Helena’nın isteği üzerine 337 yılında ölüm döşeğinde Nicomedia’lı Eusebius tarafından vaftiz edildiğini yazmaktadır.
Son olarak; yaygın bir düşünce olarak İznik konsilinde gerçek İncillerin belirlenip kabul edildiği fikrine değinmek gerekir. Bu durum Fransız filozof ve tarihçi Voltaire’ın Katolik kilisesini eleştirdiği eserlerinde İznik Konsili'nden bahsederken;
“Kilise Babaları bu konseyde, İznik’te, Kutsal Kitap’a ait özgün bölümlerle sahtelerini birbirlerinden ayırdı; hepsini altar (kilise sunağı) üstüne yerleştirdiler ve apokrifler (batıl olanlar) kendiliğinden yere düştü.” şeklindeki beyanından ileri gelmektedir.
Bu durum 400 adet İncil arasından 4 tanesinin (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) İznik Konsili'nde seçildiği düşüncesini ortaya çıkarsa da elde olan veriler ışığında İznik Konsil’inde İncil seçimine dair bir gündem maddesinin bulunmadığını söylemek gerekir.
KAYNAKÇA
AYDIN M, (2002), “İsa Tanrı mı İnsan mı?”, İz Yayıncılık, İstanbul.
AYDIN M. (1991), “Hristiyanlık Genel Konsilleri ve II. Vatikan Konsili” Selçuk Üniversitesi, Konya.
BAŞ B. (1999), “Bir Hristiyan Mezhebi Olarak Ariüsçülük” Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Dinler Tarihi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
CYRİL of Jerusalem (1892), “Catechtical Lectures”, Nicene and Post Nicene Fathers (NPNF2),ed. Philip Schaff, Vol. VI, Christian Literature Publishing Co., New York.
DVARNIK F. (2019), “Konsiller Tarihi: İznik’ten II. Vatikan’a” Çev. Prof. Dr. Mehmet Aydın, Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
EUSEBİUS of Caesarea (1890), “Church History” Nicene and Post Nicene Fathers (NPNF2),ed. Philip Schaff, Vol. I, Christian Literature Publishing Co., New York.
GRANT, M. (2000), “Roma’dan Bizans’a”, çev. Zühre İlkgelen, Homer Kitabevi, İstanbul.
JEROME (1892), “The Letters” Nicene and Post Nicene Fathers (NPNF2)”,ed. Philip Schaff, Vol. VI, Christian Literature Publishing Co., New York.
KAÇAR T. (2009), “Geç Antikçağda Hıristiyanlık”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.
MARTİN S. (2010), “Gnostikler: İlk Hıristiyan Sapkınlar”, çev. Eylem Çağdaş Babaoğlu, Kalkedon Yayınları, İstanbul.
MİCHEL T. (1992), “Hristiyan Tanrıbilimine Giriş”, Ohan Basımevi, İstanbul.
MURRAY D. C. (1989), “A History of Heresy”, Oxford University Press, England.